Çevremizde görüyoruz, doğallığı da yapaylığı da. Doğal hayat mı, yoksa yapay bir hayat mı? Neden “eski toprak” terimi kullanılıyor?
Etrafımızdaki baş tacımız, kültür abidelerimiz, yaşayan tarihlerimiz olan saygıdeğer büyüklerimiz neden gençlerden daha dinç? Hiç düşündünüz mü? Bugün yetmişli yaşlarda olan değerli bir büyüğümüz, doğduğunda 1930’lu yıllar hükmünü sürmekteydi.
Teknoloji ziyadesiyle gelişmemişti. Kalp ve beyin ameliyatları yapılamıyordu. Tıp teknolojisi bugüne kıyasla çok da ileri değildi. Acaba “ilerilik”, “gelişmişlik” terimi olumlu bir ifade mi, yoksa içine düştüğümüz bu sentetik bataklıkta bizi kurtarabilecek tek unsur olduğu için mi kullanılıyor? Bin dokuz yüzlü yılların başlarında kalp krizi oranları ne seviyedeydi, bakteri ve virüs kaynaklı rahatsızlıkların sayısı ne kadardı? Diyaliz cihazları geçtiğimiz asırlarda neden yoktu? Acaba gelişmemişlikten mi, yoksa “doğal olarak” ihtiyaç mı duyulmuyordu?
Hastalıklara çözüm maksatlı bir takım yenilikler pek tabi desteklenebilir, fakat zaman içerisinde neden ihtiyaç duyuldu ve duyulmaya devam ediyor?
Bugün hepimiz çok iyi biliyoruz ki; “icadlar ihtiyaçlardan doğar”. Şayet bir hastaya böbrek yetmezliği tanısı konmasaydı, diyaliz cihazı isminde bir cihazı tanımıyor olacaktık. Eğer sinirsel rahatsızlıklar olmasaydı EEG isminde bir makine, Alman ruh bilimci Hans Berger tarafından 1929’ da icad olunmayacaktı. Kalp rahatsızlıkları olmasaydı EKG cihazı 1900’ de Hollandalı bir fizyolog olan Willem Eithoven tarafından icad edilmeyecekti. 1. tip diyabet baş göstermeyecekti ve yapay insülin üretimine gerek duyulmayacaktı. Dünyada tahmini 140 milyon insan diyabet hastasıdır ve tahminler, bu rakamın, 2025 yılı itibariyle 300 milyona ulaşacağını ileri sürmektedir.(1) Her ne kadar kimi hastalıklarda genetik kalıntı kendini gösterse de… Kaldı ki; genetik rahatsızlıkları geriye dönük olarak tüm nesiller üzerinde takip etme imkânımız olsaydı, mutlaka bir başlangıç noktası bulunacaktır. Hz. Âdem’ de bu rahatsızlıkların hiçbiri yoktu, öyle değil mi?
Peki, nedir bu rahatsızlıkların ana sebebi. Nasıl ortaya çıktılar? Cevabı gayet “doğal”. Günümüzün kapitalist dünyasında daha ucuz üretim yapmak ve dolayısıyla daha fazla kar elde etmek amacıyla bir takım “etken hızlandırıcı unsurlar” ortaya çıkarıldı. Aslında hiçbirimiz bu unsurlara o kadar da uzak değiliz. Bu unsurlar; en doğal yönümüz olan köylerimize kadar girmiş vaziyette. En azından civar üretim sahalarından gelip doğal, hakiki ve has, tertemiz, mikrop öldürücü papatya, lavanta, kekik kokularıyla çiftlik gübresinin o mis kokulu karışımı neticesinde ortaya çıkan, Fransızlar’ın en kaliteli parfümlerine taş çıkartacak “kalitede ve doğallıkta” bir materyal olan köylerimizin topraklarının, yerel atmosferinin ve sularının misk-i amberi… Gün geçtikçe biriken “sentetik kimyasal” kalıntılar; “çekirdek” yaşantımızın bu tabiiliğini yitirmesine yol açmakta.
Gelişmişlik ölçütü gelişmiş olduğunu savunduğumuz ülkelerde dahi artık “organikliğe, doğallığa” evrilmekteyken biz neden hala “ittihat ve terakki” kavramımızı geliştirmiyoruz? Neden hala bu kavramı büyük bir taassubla sabit tutmaya çalışmaktayız?
Bilim ve dua ile…
Biyolog Mustafa ERSÖZ
(1)diyabetdunyasi.com/tip2_diyabet
Facebookta paylaş
Twitter'da paylaş
Google+'da paylaş!
Pinterest'te paylaş!