
Sanıyorum mesleklerin içinde en güzellerinden birisi öğretmenliktir. İster ilk, orta ve lise öğretmenleri ve isterse Yüksek öğretim elemanları, 30-40 senelik meslek yaşamları boyunca çevresindeki insanlara bilgiyi ve deneyimi karşılıksız olarak öğretir. Onların hiçbirisini aktif görevdeyken veya emekli olduklarında zengin ve lüks bir hayat içinde göremezsiniz.
Aldıkları aylıklarla geçimlerini zar zor idare ederler. Hatta bazıları maaşları yetişmediği için, esas meslekleri yanında başka bir işte çalışmak mecburiyetinde bile kalır. Emekli olduklarında eğer ufak bir evleri ve hele bir de eskide olsa arabaları varsa ne mutlu. Ama bütün bunların yanında, onların hiçbir kimsede olmayacak ve hiçbir şeyle değiştiremeyecekleri manevi zenginlikleri vardır. Özellikle emeklilik dönemlerinde karşıdan gelen birisinin kollarının açarak ona doğru koşması, ellerine sarılıp öpmesi ve güler yüzle öğretmenim bir çayımı iç, ne olur gel seni ailemle tanıştırayım veya telefonda bir sesin arkadaşlarla konuşuyorduk, sizi hatırladık, nasılsın benim canım hocam iyi misin demesi. İşte onların hiçbir şeyle değiştiremeyecekleri zenginlikleridir.
Yazımın bu kısmına kadar okuduğunuzda, ama yazının başlıyla hiç ilgisi olmayan bir başlangıç dediğinizi hisseder gibiyim. Ama sonuna kadar okursanız belki bir ilgi bağı kurabilirsiniz !
Ben uzun yıllar Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümünde Sebze Yetiştiriciliği Bilim Dalında önce asistan, sonra doçent ve profesör olarak çalıştım. Bu çalışma sürecinde, son sınıf öğrencileriyle her yıl mart-nisan aylarında 20 günlük mesleki geziler yapardık. Gezi sonunda her zaman öğrencilerim “hocam sizin asık suratınız gezide kayboluyor ve sizin öteki yüzünüzü tanıyoruz” derlerdi. Daha sonraki günlerde ise gezi süresinde başlayan yakınlığımız yıllar sonrasına taşınırdı.
Bu gezilerin amacı Ankara çevresinde öğrencilere gösteremediğimiz Narenciye (portakal, mandarin vs.), muz, zeytin ve incir gibi meyvelerle, turfanda ve serada sebze yetiştiriciliğini göstermekti.
Bir gezide Antalya’da bir yetiştiricinin serasını 25 öğrencimle ziyaret ettik. Yetiştirici serasında domates budaması yapıyordu. Ben yanına gittim ve ondan öğrencilerimin serayı dolaşmaları için izin istedim. Memnunlukla kabuk etti. Buyurun gezin dedi. Ama kendisi biz rahat gezelim diye işine devam etti. Öğrenciler serada dolaşırken bende budama yapan yetiştiriciye bakıyordum. Ancak domatesleri düzgün budayamıyordu. Bir müddet sonra dayanamadım ve eğer darılmazsan ve hoş görürsen sana bir şey söyleyeceğim
Kısaca buyur bey dedi.
Gördüğüm kadarıyla domatesleri iyi ve tam budayamıyorsun, ister misin bir tanesi ben budayarak sana göstereyim.
Olur bey dedi.
Birkaç dakika sonra yaptığım budama işlemi bitince, biraz geriye çekilip benim budadığım ve birde kendi budadığı domateslere baktı.
Evet seninki farklı oldu. Ama dedi ve sonra elini pantolonunun arka cebine atıp bir kitap çıkardı, Sen bu profesörün yazdığından daha iyimi biliyorsun diyip, kitabı bana doğrulttu. Birden yüzünde hayret ifadesi belirdi
Sen, sen o’sun !
Çünkü kitap benim yazdığım serada sebze yetiştiriciliğini anlatan bir cep kitabı idi ve arkasında benim resmim vardı.
Ama nasıl olur da kitabında bize yanlış şeyler yazarsın diye hiddetlendi.
Peki o zaman sen kitapta domates budaması kısmını aç ve yavaş yavaş bana oku, bende okuduğun şekilde domatesi budayayım dedim.
Bu sırada etrafımızda öğrencilerde toplanmıştı. Olayı izliyorlardı. O okumaya başladı ve ben de okuduklarını aynen uyguluyordum. Budama bitince gene geriye çekildi. Önce benim ilk budadığım domates bitkisine ve sonra ikinci okumayla yaptığıma ve son olarak da kendi yaptıklarına baktı. Biraz üzgün ve küskün bir sesle
Seninkiler birbirine benziyorlar dedi. Elimi tuttu. Sonra öğrencilere döndü. Gördünüz mü? Demek kitabı okumasını iyi bilmek ve uygulamasını doğru yapmak gerekiyormuş dedi.
Asistanlık yaparken Rahmetli Hocam Prof. Dr. Hakkı Kısakürek genel ve özel sebze derslerini verir, bende onun derste anlattıklarını uygulama saatlerinde öğrencilere tatbik ettirirdim.
Bir öğretim yılı sonu haziran ayında genel sebze yetiştiriciliği sözlü sınavı yapılıyordu. İçeriye giren öğrenci her zaman derslere en geç giren, arka sıralarda oturup, ders boyunca önündeki kağıda bir şeyler karalayan ve dersle pek ilgilenmeyen, uygulamalar da bile kaytarmaya çalışan bir öğrenciydi.
Geldi hocanın karşısına oturdu. İlk iki soru bilimsel soruydu. Her halde arkadaşlarının notlarından okumuş ve çalışmıştı, hiç düşünmeden ve tereddüt etmeden cevapladı. Hocanın üçüncü sorusu, uygulamayla ilgiliydi.
- Anlat bakalım sebzecilikte şaşırtma nasıl yapılır ?
Öğrenci bir an durdu, düşündü. Sonra bana baktı. Önümde duran masada üstündeki domates fidelerinden birisini bir eline aldı. Diğer eliyle masa üzerinde toprakta iki ayrı çukur açıyormuş gibi yaptı. Sonra
Hocam önce toprakta iki çukur açarız. Sonra aniden fideyi birinci çukura sokuyormuş gibi yapıp, ikinci çukura dikeriz.
Hoca :
Aferin sana, bu kadar yeter çok çalışmışsın 10 numara dedi.
Öğrenci büyük bir coşkuyla yerinden kalktı teşekkür ederek hızla odadan dışarı çıkmaya çalıştı. Ummadığı bir not almıştı. İçinde elinden bu not alınır korkusu vardı. O odadan çıkınca, hoca bana dönüp protokole sıfır yaz dedi.
Sınav bitti ve ben sonuçları dışarıda bulunan ilan tahtasına astım. Hocanın yanına gidip beraberce yorgunluk kahvesi içmeye başlamıştık ki, kapı çalındı. İçeri 10 numara aldığını sanan öğrenci girdi ve hayretle hocaya
- Ama hocam bana 10 yerine sıfır vermişsiniz !
- Oğlum bende senin domates şaşırtmasında yaptığın gibi protokole 10 yazarken şaşırtma yapıp sıfır yazdım. Hadi şimdi git, sonra beni göstererek, o sana tekrar bahçede şaşırtmayı göstersin. Uygulamaları tekrar yap ve gel seni yeniden sınava alayım.
Aynı öğrenci ertesi yıl, sınıfa ilk giren ve uygulamalarda öncelikle çalışan bir öğrenci olmuştu.
Benim iki kızım var. Erkek çocuğum olmadığı için, ancak onlar evlendikten sonra, iki de oğlum oldu. Oğullarımdan birisi daha disiplinli, dikkatli çalışan bir mizaca sahipti. Bir konuda uzmanlaştı. Diğeri daima değişiklik isteyen bir yapı taşıyordu. Değişik konularda çalıştı. Bu işlerinden birisi de Yemeklik mantarın pazarlanması oldu. Bir gün bana gelip
- Baba, işin yoksa seni bir mantar üreticisine götüreceğim. Seninle çok tanışmayı arzu ediyor. Bana senin yazdığım mantar yetiştiriciliği kitabını okuduğunu ve onunla bir şeyler yaptığını söyledi.
Beraberce mantar işletmesine gittik. Bizi kapıda karşıladılar. Önce çay içerken aramızda tanışma sohbeti oldu. Sonra beraberce mantarhaneyi gezdik. Ayrılmak istediğimizde olmaz hocam beraber mantar yemeği yiyeceğiz diyerek bizi sofraya davet etti. Yemek sırasında konuşurken
- Hocam bu işletmeyi senin kitabını okuyarak çalışır hale getirdim. İşletmeyi kurarken kitabınızı bilmiyordum. Kuruluş sonrasında bazı problemler ortaya çıktı. O zaman araştırıp sizin kitabınız buldum. Sıkıntı çektiğim konuları açıp okudum. Anladığı sanıp işe koyuldum. Ama yine istediğim olmadı. Bir daha okudum. Ama yine tam anlamadığımı fark ettim. Bunun üzerine kitabı alıp eve gittim. Akşam yemeğinden sonra çalışma odama çıkıp daha dikkatli okudum. O arada farkında olmadan paragrafları hatta cümleleri dahi birkaç kere okuduğumu fark ettim. Ayrıca elime kağıt kalem alıp okuduklarımı not aldım. Son cümlemi yazıyordum, başımı kaldırdığımda pencerede şafak söküyordu. Dinlenmek için biraz kestirdim ve sonra kahvaltı yapıp işe gitmek üzere kapıdan çıkarken kitap ve notları almadığımı fark edip geri döndüm.
O gün sonunda istediğimi elde etmiştim. Şimdi kitabınız masamın üstünde duruyor ve ben her zaman fırsat buldukça kitabınızı defalarca okuyorum.
Ben o gece bir şeyin nasıl okuyarak öğrenileceğini ve uygulama yapılacağını bulmuştum.
Çalışma konularımın arasında sera sebzeciliği de var. Bir cumartesi günü (o zaman cumartesi günleri yarım çalışılıyor ve hafta sonu tatili öğleden sonra başlıyordu.) işimi bitirip evimin kapısına geldiğimde bir kişiyi beni bekler buldum. Beni görünce Hocam dedi.
- Sizden yardım rica edeceğim. Ben Antalya’dan sizinle görüşmek üzere geldim. Şu an 20-30 dekar arazim üzerinde seracılık yapmak istiyorum. Ziraat Bankasında kredi almak için fizibilite raporu lazım oldu. Beni size gönderdiler.
Eve girdik, biraz sohbetten sonra çalışmaya başladık . Proje ertesi günü saat 18’ze doğru tamamlandı. Eşimin yaptığı akşam çayını yudumladıktan sonra misafirim kalktı ve gitmek için izin istedi. Kapıdan çıkmak üzere iken elini cebine sokup bir zarf çıkardı ve bana uzattı.
- Hocam senin yaptığın emeği karşılamaz ama bir gün sana borcumu fazlasıyla öderim.
Güldüm. Sonra ona
- Sen o zarfı yine cebine koy. Senin şu anda paraya ihtiyacın var. Bak yatırım yapıyorsun. Gün olur senin yaptığın işletmeye ziyarete gelirim. O zaman bir çayını içer ödeşiriz. Bizlerin görevi bilgileri satmak değil, ihtiyacı olana öğretmektir.
Söylediklerimi mantıksız buldu ki, başını salladı ve teşekkür edip gitti.
Aradan 5-6 yıl geçti. Antalya’da ilk Türkiye Seracılık Kongresini düzenlemiştim. Kongrenin ilk günü açılış konuşmaları yapılıp öğlen yemeği için ara verildiğinde birisi kolumu tuttu. Hocam sana işletmemi gezdirmek istiyorum. Ne olur ricamı kabul et dedi.
Arabayla işletmesine yaklaştığımızda karşıdaki serleri işaret ederek işte burası .
İşletme önde iki adet müstakil sera ve arkasında 2-3 adet 4-6 adet seradan oluşan blok seralardı. Öndeki serleri göstererek bu seralar size bir şeyler hatırlatıyor mu ? diye sordu. Tetkik ettiğimde bana ait çizgiler olduğunu gördüm. Bana bir şeyler söyleme fırsatı vermeden ekledi.
- Hatırlıyor musunuz bir cumartesi günü öğleden Pazar akşamına kadar sizde çalışmıştık. İşte o çalışmanın karşılığı olan seralar. Allah razı olsun bunlar diğerlerini de yapmamı sağladı. Size bir çay borcum vardı. Şimdi size onu ödeyeceğim.
Serleri dolaştık ve kendimizi ağaçlar altında serin bir gölgelikte hazırlanmış güzel bir sofrada bulduk. Çaylarımızı da içtikten sonra beni tekrar alıp kongrenin yapıldığı yere getirdi. Arabadan inip birbirimize veda ederken
- Hocam kusura bakma merakımı çeken bir şeyi sorup öğrenmek istiyorum.
- Tabi sorabilirsin dedim.
- Ben senin sayende o gördüklerini yaptım. Senin şu anda araban var mı ?
- Yok dedim.
- Peki evinde hala benim size geldiğimde gördüğüm eski mobilyalar mı duruyor ?
En çok sevdiğim hocalarımdan bir tanesi de rahmetli hocam Prof. Dr. Nail Oraman idi. Kendisi bağcılık konusunda uzman olmasına rağmen, sebzecilik ve seracılık kitapları yazmış ve bu konularda kürsüde hoca olmadığı için dersler vermişti.
Bir gün onun sınavını asitse ediyordum. Sırayla öğrenciler içeriye giriyor ve sözlü sınav oluyorlardı. Bir öğrenci hocanın sorduğu her soruya yarım yamalak cevap veriyordu. Altıncı sorudan sonra hoca :
- Peki yavrum dışarı çıkabilirsin. Bu sefer çok çalışmışsın aferin, sana 10 numara veriyorum.
Sonra sınıfın en çalışkan öğrencisi kendinden emin adımlarla içeri girdi ve hocanın sorduğu bütün soruları en güzel şekilde yanıtladı. Hoca biraz sert bir sesle
- Olmadı oğlum. Bu sefer olmadı. Sana ancak 7 numara verebiliyorum. Ama istersen bir daha çalış ve gel. Notunu yükselt dedi.
Bu ara yan gözle bana baktığını fark ettim. Sınav bitince
- İçinden şimdi bu ne biçim hoca, az bilen bir öğrenciye 10 numara verdi. Çok bilen bir diğerine 7 verip, tekrar çalış gel notunu düzelt dedi.
Utanarak evet dedim.
Bak oğlum, o bilmeyen öğrenci 10 numara aldığı için bundan sonra çok çalışacak ve hep yüksek numara almak isteyecek, diğeri ise hep yüksek not aldığı için biraz burnu yüksek odaya girerken onu tavrını gördün. Şimdi onunda burnunu biraz düşürmek istedim. Hakkı yenmesin diye de tekrar sınava almak istedim. Bir gün sende hoca olup kendi başına sınav yapmağa başladığında, belki bir gün bu yaptığımı daha iyi anlarsın. Not her zaman öğrenciye verilen bir değer değildir. Onları aynı zamanda hayata hazırlar. Bunu hiç unutma…….
Yazımın bu kısmına kadar okuduğunuzda, ama yazının başlıyla hiç ilgisi olmayan bir başlangıç dediğinizi hisseder gibiyim. Ama sonuna kadar okursanız belki bir ilgi bağı kurabilirsiniz !
Ben uzun yıllar Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümünde Sebze Yetiştiriciliği Bilim Dalında önce asistan, sonra doçent ve profesör olarak çalıştım. Bu çalışma sürecinde, son sınıf öğrencileriyle her yıl mart-nisan aylarında 20 günlük mesleki geziler yapardık. Gezi sonunda her zaman öğrencilerim “hocam sizin asık suratınız gezide kayboluyor ve sizin öteki yüzünüzü tanıyoruz” derlerdi. Daha sonraki günlerde ise gezi süresinde başlayan yakınlığımız yıllar sonrasına taşınırdı.
Bu gezilerin amacı Ankara çevresinde öğrencilere gösteremediğimiz Narenciye (portakal, mandarin vs.), muz, zeytin ve incir gibi meyvelerle, turfanda ve serada sebze yetiştiriciliğini göstermekti.
Bir gezide Antalya’da bir yetiştiricinin serasını 25 öğrencimle ziyaret ettik. Yetiştirici serasında domates budaması yapıyordu. Ben yanına gittim ve ondan öğrencilerimin serayı dolaşmaları için izin istedim. Memnunlukla kabuk etti. Buyurun gezin dedi. Ama kendisi biz rahat gezelim diye işine devam etti. Öğrenciler serada dolaşırken bende budama yapan yetiştiriciye bakıyordum. Ancak domatesleri düzgün budayamıyordu. Bir müddet sonra dayanamadım ve eğer darılmazsan ve hoş görürsen sana bir şey söyleyeceğim
Kısaca buyur bey dedi.
Gördüğüm kadarıyla domatesleri iyi ve tam budayamıyorsun, ister misin bir tanesi ben budayarak sana göstereyim.
Olur bey dedi.
Birkaç dakika sonra yaptığım budama işlemi bitince, biraz geriye çekilip benim budadığım ve birde kendi budadığı domateslere baktı.
Evet seninki farklı oldu. Ama dedi ve sonra elini pantolonunun arka cebine atıp bir kitap çıkardı, Sen bu profesörün yazdığından daha iyimi biliyorsun diyip, kitabı bana doğrulttu. Birden yüzünde hayret ifadesi belirdi
Sen, sen o’sun !
Çünkü kitap benim yazdığım serada sebze yetiştiriciliğini anlatan bir cep kitabı idi ve arkasında benim resmim vardı.
Ama nasıl olur da kitabında bize yanlış şeyler yazarsın diye hiddetlendi.
Peki o zaman sen kitapta domates budaması kısmını aç ve yavaş yavaş bana oku, bende okuduğun şekilde domatesi budayayım dedim.
Bu sırada etrafımızda öğrencilerde toplanmıştı. Olayı izliyorlardı. O okumaya başladı ve ben de okuduklarını aynen uyguluyordum. Budama bitince gene geriye çekildi. Önce benim ilk budadığım domates bitkisine ve sonra ikinci okumayla yaptığıma ve son olarak da kendi yaptıklarına baktı. Biraz üzgün ve küskün bir sesle
Seninkiler birbirine benziyorlar dedi. Elimi tuttu. Sonra öğrencilere döndü. Gördünüz mü? Demek kitabı okumasını iyi bilmek ve uygulamasını doğru yapmak gerekiyormuş dedi.
Asistanlık yaparken Rahmetli Hocam Prof. Dr. Hakkı Kısakürek genel ve özel sebze derslerini verir, bende onun derste anlattıklarını uygulama saatlerinde öğrencilere tatbik ettirirdim.
Bir öğretim yılı sonu haziran ayında genel sebze yetiştiriciliği sözlü sınavı yapılıyordu. İçeriye giren öğrenci her zaman derslere en geç giren, arka sıralarda oturup, ders boyunca önündeki kağıda bir şeyler karalayan ve dersle pek ilgilenmeyen, uygulamalar da bile kaytarmaya çalışan bir öğrenciydi.
Geldi hocanın karşısına oturdu. İlk iki soru bilimsel soruydu. Her halde arkadaşlarının notlarından okumuş ve çalışmıştı, hiç düşünmeden ve tereddüt etmeden cevapladı. Hocanın üçüncü sorusu, uygulamayla ilgiliydi.
- Anlat bakalım sebzecilikte şaşırtma nasıl yapılır ?
Öğrenci bir an durdu, düşündü. Sonra bana baktı. Önümde duran masada üstündeki domates fidelerinden birisini bir eline aldı. Diğer eliyle masa üzerinde toprakta iki ayrı çukur açıyormuş gibi yaptı. Sonra
Hocam önce toprakta iki çukur açarız. Sonra aniden fideyi birinci çukura sokuyormuş gibi yapıp, ikinci çukura dikeriz.
Hoca :
Aferin sana, bu kadar yeter çok çalışmışsın 10 numara dedi.
Öğrenci büyük bir coşkuyla yerinden kalktı teşekkür ederek hızla odadan dışarı çıkmaya çalıştı. Ummadığı bir not almıştı. İçinde elinden bu not alınır korkusu vardı. O odadan çıkınca, hoca bana dönüp protokole sıfır yaz dedi.
Sınav bitti ve ben sonuçları dışarıda bulunan ilan tahtasına astım. Hocanın yanına gidip beraberce yorgunluk kahvesi içmeye başlamıştık ki, kapı çalındı. İçeri 10 numara aldığını sanan öğrenci girdi ve hayretle hocaya
- Ama hocam bana 10 yerine sıfır vermişsiniz !
- Oğlum bende senin domates şaşırtmasında yaptığın gibi protokole 10 yazarken şaşırtma yapıp sıfır yazdım. Hadi şimdi git, sonra beni göstererek, o sana tekrar bahçede şaşırtmayı göstersin. Uygulamaları tekrar yap ve gel seni yeniden sınava alayım.
Aynı öğrenci ertesi yıl, sınıfa ilk giren ve uygulamalarda öncelikle çalışan bir öğrenci olmuştu.
Benim iki kızım var. Erkek çocuğum olmadığı için, ancak onlar evlendikten sonra, iki de oğlum oldu. Oğullarımdan birisi daha disiplinli, dikkatli çalışan bir mizaca sahipti. Bir konuda uzmanlaştı. Diğeri daima değişiklik isteyen bir yapı taşıyordu. Değişik konularda çalıştı. Bu işlerinden birisi de Yemeklik mantarın pazarlanması oldu. Bir gün bana gelip
- Baba, işin yoksa seni bir mantar üreticisine götüreceğim. Seninle çok tanışmayı arzu ediyor. Bana senin yazdığım mantar yetiştiriciliği kitabını okuduğunu ve onunla bir şeyler yaptığını söyledi.
Beraberce mantar işletmesine gittik. Bizi kapıda karşıladılar. Önce çay içerken aramızda tanışma sohbeti oldu. Sonra beraberce mantarhaneyi gezdik. Ayrılmak istediğimizde olmaz hocam beraber mantar yemeği yiyeceğiz diyerek bizi sofraya davet etti. Yemek sırasında konuşurken
- Hocam bu işletmeyi senin kitabını okuyarak çalışır hale getirdim. İşletmeyi kurarken kitabınızı bilmiyordum. Kuruluş sonrasında bazı problemler ortaya çıktı. O zaman araştırıp sizin kitabınız buldum. Sıkıntı çektiğim konuları açıp okudum. Anladığı sanıp işe koyuldum. Ama yine istediğim olmadı. Bir daha okudum. Ama yine tam anlamadığımı fark ettim. Bunun üzerine kitabı alıp eve gittim. Akşam yemeğinden sonra çalışma odama çıkıp daha dikkatli okudum. O arada farkında olmadan paragrafları hatta cümleleri dahi birkaç kere okuduğumu fark ettim. Ayrıca elime kağıt kalem alıp okuduklarımı not aldım. Son cümlemi yazıyordum, başımı kaldırdığımda pencerede şafak söküyordu. Dinlenmek için biraz kestirdim ve sonra kahvaltı yapıp işe gitmek üzere kapıdan çıkarken kitap ve notları almadığımı fark edip geri döndüm.
O gün sonunda istediğimi elde etmiştim. Şimdi kitabınız masamın üstünde duruyor ve ben her zaman fırsat buldukça kitabınızı defalarca okuyorum.
Ben o gece bir şeyin nasıl okuyarak öğrenileceğini ve uygulama yapılacağını bulmuştum.
Çalışma konularımın arasında sera sebzeciliği de var. Bir cumartesi günü (o zaman cumartesi günleri yarım çalışılıyor ve hafta sonu tatili öğleden sonra başlıyordu.) işimi bitirip evimin kapısına geldiğimde bir kişiyi beni bekler buldum. Beni görünce Hocam dedi.
- Sizden yardım rica edeceğim. Ben Antalya’dan sizinle görüşmek üzere geldim. Şu an 20-30 dekar arazim üzerinde seracılık yapmak istiyorum. Ziraat Bankasında kredi almak için fizibilite raporu lazım oldu. Beni size gönderdiler.
Eve girdik, biraz sohbetten sonra çalışmaya başladık . Proje ertesi günü saat 18’ze doğru tamamlandı. Eşimin yaptığı akşam çayını yudumladıktan sonra misafirim kalktı ve gitmek için izin istedi. Kapıdan çıkmak üzere iken elini cebine sokup bir zarf çıkardı ve bana uzattı.
- Hocam senin yaptığın emeği karşılamaz ama bir gün sana borcumu fazlasıyla öderim.
Güldüm. Sonra ona
- Sen o zarfı yine cebine koy. Senin şu anda paraya ihtiyacın var. Bak yatırım yapıyorsun. Gün olur senin yaptığın işletmeye ziyarete gelirim. O zaman bir çayını içer ödeşiriz. Bizlerin görevi bilgileri satmak değil, ihtiyacı olana öğretmektir.
Söylediklerimi mantıksız buldu ki, başını salladı ve teşekkür edip gitti.
Aradan 5-6 yıl geçti. Antalya’da ilk Türkiye Seracılık Kongresini düzenlemiştim. Kongrenin ilk günü açılış konuşmaları yapılıp öğlen yemeği için ara verildiğinde birisi kolumu tuttu. Hocam sana işletmemi gezdirmek istiyorum. Ne olur ricamı kabul et dedi.
Arabayla işletmesine yaklaştığımızda karşıdaki serleri işaret ederek işte burası .
İşletme önde iki adet müstakil sera ve arkasında 2-3 adet 4-6 adet seradan oluşan blok seralardı. Öndeki serleri göstererek bu seralar size bir şeyler hatırlatıyor mu ? diye sordu. Tetkik ettiğimde bana ait çizgiler olduğunu gördüm. Bana bir şeyler söyleme fırsatı vermeden ekledi.
- Hatırlıyor musunuz bir cumartesi günü öğleden Pazar akşamına kadar sizde çalışmıştık. İşte o çalışmanın karşılığı olan seralar. Allah razı olsun bunlar diğerlerini de yapmamı sağladı. Size bir çay borcum vardı. Şimdi size onu ödeyeceğim.
Serleri dolaştık ve kendimizi ağaçlar altında serin bir gölgelikte hazırlanmış güzel bir sofrada bulduk. Çaylarımızı da içtikten sonra beni tekrar alıp kongrenin yapıldığı yere getirdi. Arabadan inip birbirimize veda ederken
- Hocam kusura bakma merakımı çeken bir şeyi sorup öğrenmek istiyorum.
- Tabi sorabilirsin dedim.
- Ben senin sayende o gördüklerini yaptım. Senin şu anda araban var mı ?
- Yok dedim.
- Peki evinde hala benim size geldiğimde gördüğüm eski mobilyalar mı duruyor ?
En çok sevdiğim hocalarımdan bir tanesi de rahmetli hocam Prof. Dr. Nail Oraman idi. Kendisi bağcılık konusunda uzman olmasına rağmen, sebzecilik ve seracılık kitapları yazmış ve bu konularda kürsüde hoca olmadığı için dersler vermişti.
Bir gün onun sınavını asitse ediyordum. Sırayla öğrenciler içeriye giriyor ve sözlü sınav oluyorlardı. Bir öğrenci hocanın sorduğu her soruya yarım yamalak cevap veriyordu. Altıncı sorudan sonra hoca :
- Peki yavrum dışarı çıkabilirsin. Bu sefer çok çalışmışsın aferin, sana 10 numara veriyorum.
Sonra sınıfın en çalışkan öğrencisi kendinden emin adımlarla içeri girdi ve hocanın sorduğu bütün soruları en güzel şekilde yanıtladı. Hoca biraz sert bir sesle
- Olmadı oğlum. Bu sefer olmadı. Sana ancak 7 numara verebiliyorum. Ama istersen bir daha çalış ve gel. Notunu yükselt dedi.
Bu ara yan gözle bana baktığını fark ettim. Sınav bitince
- İçinden şimdi bu ne biçim hoca, az bilen bir öğrenciye 10 numara verdi. Çok bilen bir diğerine 7 verip, tekrar çalış gel notunu düzelt dedi.
Utanarak evet dedim.
Bak oğlum, o bilmeyen öğrenci 10 numara aldığı için bundan sonra çok çalışacak ve hep yüksek numara almak isteyecek, diğeri ise hep yüksek not aldığı için biraz burnu yüksek odaya girerken onu tavrını gördün. Şimdi onunda burnunu biraz düşürmek istedim. Hakkı yenmesin diye de tekrar sınava almak istedim. Bir gün sende hoca olup kendi başına sınav yapmağa başladığında, belki bir gün bu yaptığımı daha iyi anlarsın. Not her zaman öğrenciye verilen bir değer değildir. Onları aynı zamanda hayata hazırlar. Bunu hiç unutma…….
Prof. Dr. Atila GÜNAY
_______________________
Sebzecilikte şaşırtma: Sebze fidelerini yetiştirirken onların çevre koşullarına uymasını sağlamak amacıyla yapılan bir işlemdir. Tohum ekiminden sonra ilk çıkan bitkiler dar alandan alınıp daha geniş alanlara veya saksılara alınır. Pişkinleştirilir. Bu konuda geniş bilgiyi sebzecilik kitaplarında bulabilirsiniz.
_______________________
Sebzecilikte şaşırtma: Sebze fidelerini yetiştirirken onların çevre koşullarına uymasını sağlamak amacıyla yapılan bir işlemdir. Tohum ekiminden sonra ilk çıkan bitkiler dar alandan alınıp daha geniş alanlara veya saksılara alınır. Pişkinleştirilir. Bu konuda geniş bilgiyi sebzecilik kitaplarında bulabilirsiniz.
Facebookta paylaş
Twitter'da paylaş
Google+'da paylaş!
Pinterest'te paylaş!