Prof. Dr. Celâl ER
Değerli okuyucular,
Bizim kültürümüzde bir insanın kendisinden ve kendi hayat hikâyesinden bahsetmesi pek adetten değildir. Fakat ben sizlerin engin hoşgörü ve anlayışına sığınarak hem ziraat mühendisliği, hem de akademik hayatımı geçirdiğim öğretim üyeliğinden bahsetmek ve bu yarım asırlık zaman içerisinde Türkiye tarımının nereden nereye geldiğini özet olarak anlatmak istiyorum. Bunun için tekrar tekrar affınızı istirham ederim.
Ben, kuvvetli rivayetlere göre 1944 yılının Kasım ayında doğmuşum. Fakat o tarihlerde hem imkânlar el vermediği için hem de başka birtakım sebeplerden dolayı, özelliklede kırsal kesimde doğanları günü gününe gerçek tarihi ile nüfusa keydettirmek oldukça güçmüş. İşte bundan dolayı benim için de nüfusa kaydettirilmek üzere nüfus dairesine başvurulduğunda ve nüfus memuru doğum tarihimi sorduğunda yılbaşında diye cevap verilmiş ve doğum tarihi olarak da 01.01.1945 kaydedilmiştir. Yani sevgili okuyucularım, bendeniz şu anda 67 yaşındayım. Yüksek Öğretim Kurulu personel yasası hükümlerine göre 67 yaş akademisyenler için zorunlu emeklilik yaşıdır, sizin anlayacağınız bana ve pek çoklarına göre bir üniversite öğretim üyesi için en verimli ve hizmet verilecek yaşta mecburi emeklilik sözkonusudur.
Kıymetli okuyucular,
Doğum günü ve doğum tarihi ile ilgili güzel bir anektodu sizlerle de paylaşmak istiyorum. Malum 1958’den itibaren başlayıp daha sonra da büyük bir hız kazanarak o zamanki Federal Almanya’ya Türkiye’den ve özellikle de kırsal kesimden işçi gönderilmeye başlanmıştır. İşte bu işçilerin yukarıda bendeniz için anlattığım sebeplerden dolayı çoğunun doğum tarihi de yılbaşı olarak kaydedilmiş, bizim işçiler Almanya’ya vardığında pek çok yerdeki Alman makamlarında çalışan memurlar, “yahu! Bu Türklerin tamamı yılbaşında doğmuş” bu nasıl oluyor diye hayretlerini gizleyememişlerdir. Gayet tabii, bu durum sorulduğunda kendilerine gerçekler açıklanmıştır.
Sevgili okuyucular,
Birçok kurumda belki daha önce de olan, fakat Ankara Ziraat Fakültesi’nde son on yıldan beri artık gelenekselleşen güzel bir adet oluştu. Özellikle yaş haddinden emekli olan hocalar için emekli olduğu tarihte emekli olan öğretim üyesinin de rızası alınarak, yönetim tarafından büyük bir kadirşinaslık ve vefa örneği gösterilmekte bir nevi uğurlama “Akademik Tören”ler yapılmaktadır. İşte benim için de geçtiğimiz ocak ayının beşinde Perşembe günü, gerçekten duygu yüklü; Rektörlerin, Dekanların, Sivil Toplum Kuruluşu Başkanlarının, öğretim üyelerinin, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı mensuplarının, benim muhtelif sebeplerle ve değişik yerlerde çalıştığım mesai arkadaşlarımın, dostlarımın, hemşehrilerimin ve 46 yıllık akademik hayatımın anlamı ve nadide fidan ve çiçekleri olan öğrecilerimin ve tabii ki sevgili ailemin katıldığı bir tören yapıldı. Bu törende başta çok değerli dostum ve Hasad Dergisi’nin kurucusu, yaşatıcısı, geliştiricisi ve bu şekilde gösterdiği büyük gayret ve fedekârlıkla “Türkiye’nin Tarımsal Bilgi Üretim Merkezi Hasad Yayıncılık”ın banisi, Türk Tarımına gönül veren ve büyük hizmetler yaptığına inandığım sevgili kardeşim Seyfettin Batal olmak üzere Hasad ailesi de bizi yalnız bırakmadı. Burada Hasad Dergisi vasıtasıyla töreni tertip eden başta Bölüm arkadaşlarım ve Ziraat Fakültesi Dekanlığı olmak üzere, katılan herkese en kalbi şükranlarımı sunuyorum.
Değerli okuyucular,
Bundan elli yıl önce, 1962 yılının Eylül ayında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Yetiştirme ve Islahı Bölümü’ne kaydımı yaptırdım ve 1966 yılının Ekim döneminde fakülteyi bitirerek Ziraat Yüksek Mühendisi unvan ve yetkisi aldım. Kısa bir süre (2 ay) Amasya/Gölhöyük Teknik Tarım Okulu’na meslek dersleri öğretmeni olarak tayin edildim. Daha sonra 31 Aralık 1966 yılında Ank. Üniv. Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü Endüstri Bitkileri Kürsüsü’ne asistan oldum. Memuriyet adaylığım kaldırıldıktan sonra 1968 yılında askere gittim ve tam iki yıl askerlik yaptıktan sonra tekrar fakülteye dönerek asistanlığa başladım. 1973 yılında şekerpancarı üzerine yaptığım bir çalışma ile doktoramı tamamladım ve Ziraat Doktoru unvan ve yetkisini kazandım. O tarihlerde Ankara ve Almanya Göttingen Üniversiteleri arasında yapılmış olan karşılıklı bilim adamı mübadelesi anlaşmasından yararlanıp DAAD burslusu olarak doktora sonrası çalışmalar yapmak üzere Almanya’ya gittim. Almanya’da KWS tohum ıslah ve üretim firmasında kısa bir süre (2 ay), Göttingen Şekerpancarı Araştırma Enstitüsü’nde 3 ay ve daha sonra Heidelberg/Max Planck Bitki Genetiği Enstitüsü’nde 20 ay süre ile şekerpancarı genetiği ve ıslahı üzerinde çalışmalarda bulundum. 1978 yılında yurda dönerek üniversite Doçenti unvanı aldım. Bundan sonra 1983 yılında doçentlik kadrosuna atandım. 1982-1986 yılları arasında Ank. Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcılığı ve yönetim kurulu üyeliği yaptım. Çalışmalarımı yaptığım Bölümümde 1988 yılında Profesörlüğe yükseltilerek atandım. Bu arada 1988 ile 1993 tılları arasında Türk Standartları Enstitüsü’nde Ziraat Hazırlık Grubu üyeliğinde bulundum. Aynı yıllarda 2547 sayılı YÖK yasasına göre Tarım, Orman ve Köyişleri Bakanlığı Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü Müdürü (1989-91) ve daha sonra (1991-1992) de yine aynı Bakanlığın Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürü olarak görevlendirildim. Bu görevleri ifa ederek tekrar Fakülteye döndüğümde 1994 yılında kısa süreli olarak Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde bilimsel inceleme ve tetkiklerde bulundum. 1995 yılından 1998 yılına kadar tarım ve kırsal konularla ilgili olarak üç yıl Başbakanlık Başdanışmanlığı yaptım. Bir taraftan bu görevleri yürütürken bir yandan da Fakülte ile bütün ilişkilerim devam etti ve 1994-2006 yılları arasında 12 yıl Tarla Bitkileri Bölüm Başkanlığı ve Fakülte Kurulu Üyeliğinde bulundum. Bu arada pek çok araştırma ve yayın yaptım. Önemli sayıda (5) ders kitabı yazdım. Yeni açılan fakültelerde dersler verdim. Elli yıla yakın meslek hayatımda pekçok sayıda jüri üyeliğinde görev aldım. Kırk dolayında doktora ve yüksek lisans yönettim. 1997 ile 2004 yılları arasında Mer’a Fonu Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundum. Başta TÜBİTAK olmak üzere birçok kamu ve özel kuruluşlarla birlikte mesleğimle ilgili projeler yürüttüm. Gerek mesleğimle ilgili gerekse muhtelif alanlardaki sivil toplum kuruluşlarında yönetim kurulu üyeliği ve Başkanlık yaptım. Çok sayıda yurt içi ve yurt dışı toplantılarda gerek Türkiye’yi gerekse Fakültemi temsil ettim. Ve memlekete, Türk tarımına hizmet veren binlece ziraat mühendisi yetiştirdim. Yüce Tanrı’ya hamdü senalar olsun ki, müsterihim ve bizi bu günlere getirdiği için şükranlarımı sunuyorum.
Çok Değerli Hasad okuyucuları,
Size temin ederim ki, yukarıda yazdıklarım benim meslek hayatımın sadece kısa bir özetidir. Ama belki de sizler için uzun olmuş olabilir, tekrar beni bağışlamanızı diliyorum. Gelelim gerek ziraat mühendisliği mesleği ve gerekse Türkiye tarımındaki değişme ve gelişmelere!
Şunu samimiyetle söylemek istiyorum ki ziraat mühendisliği 1960 ile 1985 yılları arasında altın çağını yaşamış ve Türkiye tarımı da büyük gelişmeler göstermiştir. 1933 yılında Yüksek Ziraat Enstitüsü eğitim ve öğretime başladığından itibaren 1983 yılına kadar geçen yarım asırlık bir süre içerisinde gerçekten mesleğinde bilgili, ileri görüşlü, disiplinli, Türkiye tarımını iyi bilen ve uygulamada çok başarılı olan mühendisler yetiştirmiştir. Fakat itiraf etmeliyiz ki, 1980 oniki Eylül’den sonra yüksek öğretime getirilen tek tip insan yetiştirme, bütün eğitim ve öğretimi tek elde toplama, her işi merkezileştirme, özgür düşünceye tahakküm etme arzusu ziraat mühendisliğini de çok olumsuz etkilemiştir. Orta öğretimden yüksek öğretime gelen gençleri tabiri caiz ise istenilen biçimde zapt-ü rapt altına alabilmek için plansız ve programsız bir şekilde okullaşmaya gidilmiş ve kontenjanlar sınırsız bir şekilde artırılarak üniversitelerde hür fikirli özgür düşünceli öğrenciler yerine insan yığınları meydana getirilmiştir. Gayet tabii ki ziraat mühendisliği mesleği de bu olumsuz gelişmelerden payına düşeni almıştır. Her coğrafi bölge için bir veya iki fakülte kâfi iken ve her bölüme alınacak öğrenci sayısının 25-30’u geçmemesi gerekirken, uzunca bir süre 60 öğrenci alınmış ve hatta ikili öğretimler ve gece öğretimleri yapılmıştır. Zaten yeterli bir donanım ve performansa sahip olmadan alınan öğrenciler hocasız, laboratuvarsız, uygulamasız, hatta deftersiz ve kitapsız fakültelere devam ederek dört yıl sonra ziraat mühendisi olarak mezun edilmişlerdir. İhtiyaca göre alınmayan ve iyi bir şekilde yetiştirilmeyen diplomalı mühendisler gerek kamuda ve gerekse özel sektörde istihdam edilememiş ve uzunca bir süre işsiz kalmışlardır. Bu da ziraatın ve ziraat mühendisliğinin itibarını yerle bir etmiştir. Daha sonraki zamanlarda bu konularda önlemler alınmış ve iyileştirmeler olmuş ise de, problemin esas kaynağı ve kökleri orta öğretimdedir. Çünkü esas önemli olan işlemeye elverişli olan malzemenin yüksek öğrenime ve özellikle de ziraat fakültelerine gelmeyişidir. Türkiye’de mutlaka ilk ve orta öğretimde yeni bir eğitim ve öğretim anlayışına ve ona paralel bir reforma ihtiyaç vardır. Elbette ki günümüzün pek çok imkânları ve teknolojik gelişmeleri, bilgi kaynaklarına ulaşmanın yolları ve iletişimin ortaya koyduğu olanaklar elli yıl öncesi ile mukayeseden varestedir. Fakat elli yıl önce ki bu imkânlardan yararlanma cehdi, azmi, disiplini ve heyacanı maalesef bugünkü gençlere verilememiştir. Behemahâl bu konularda üniversite ve fakültelerde, ara eleman yetiştirilmesi söz konusu olan meslek yüksek okullarında yepyeni bir ruh, anlayış ve heyecanla reforma ihtiyaç vadır. Özellikle sadece ziraat mühendislerinde değil yüksek öğretimin hemen tamamında eğitim yoktur. Bu konuda asla mübalağa yaptığımız zannedilmemelidir. Yetiştirilen bütün meslek ve alanlarda ufku geniş, aydınlık, ileri görüşlü ve özellikle uluslararası arenada hem kendisine iş bulabilecek ve hem de ülkeyi temsil edebilecek ziraat mühendislerine ihtiyaç vardır. Afrika’da, Orta Asya’da, Orta Doğu ve Kafkaslar’da, Balkanlar’da ve Akdeniz havzasında iş yapabilecek mühendislerin yetiştirilmesi şarttır. Elli yıl önceki ziraat mühendislerinin o günkü şartlar ve ortamlardaki performanslarının bugünkü şartlar ve ortamdakilerden çok daha yüksek olduğunu söylemek hakkı teslim etmektir. Üniversiteler ve Ziraat Mühendisliği için elli yıllık bir zaman zarfında hiç şüphesiz daha başka sözler de söylenebilir.
Kıymetli okuyucular,
Elli yıldır Türkiye’de tarımın nereden nereye geldiğine bakılacak olursa, şu tespitleri yapmak mümkündür. Türkiye’nin 1962 yılında nüfusu 30 milyon iken bugünkü nüfusu 75 milyondur. Yani elli yılda 2,5 katı bir artış söz konusudur. Elli yıl önce nüfus artış hızı %2,6 iken günümüzdeki artış oranı %1,6’ya gerilemiştir. 1962’de şehirlerde yaşayan nüfus %42, kırsal alanda yaşayan nüfus %58 iken, bugünlerde şehirlerde yaşayanların oranı %72, kırsalda yaşayanların oranı %28’dir. Bundan elli yıl önce tarım sektöründeki nüfus %65’lerde seyrederken bugün %30’larda bulunmaktadır. O günlerde doğurganlık yüksek olmakla beraber, çocuk ölüm oranları da çok yüksek idi. Elli yıl öncesine göre çocuk ölümleri oranı hızlı bir şekilde azaldı, okullaşma oranı süratle arttı ve Türkiye nüfusu gençleşti, aynı zamanda ortalama yaşama süresi 49 yıldan 72 yıla yükseldi. Türkiye’nin GSMH’sı kat kat arttı, ihracatı ve ithalatı gelişti, Türkiye gerçekten bir sanayi ülkesi olmaya doğru hızla ilerlemektedir. Tarımın GSMH içindeki yüksek payı, %8-9’a kadar geriledi. Fakat buna rağmen tarım ürünleri ihracatı önemli oranda arttı. Milli gelirde fert başına düşen pay bin dolardan 10 bin doların üzerine tırmandı.
Bundan elli yıl önce Türkiye tarımında önemli ölçüde çeki gücü olarak hayvan kullanılırken, artık bugün tamamen makine ve motor kullanılmaktadır. Türkiye tarımı yüzde yüze yakın mekanize oldu ve alet-makine, her türlü ekipman, araç ve gereç kullanımı gelişti. Elli yıl önce başta tohumluk, fide, fidan, damızlık gibi üretim metaryali (sertifikalı, adına doğru, ıslah çeşitleri ve kültür ırkları) kullanımı çok kısıtlı iken bugün artık oldukça yüksek oranlara ulaşılmıştır. Ayrıca ilaç, gübre, su, kredi, bilgi, sigorta gibi önemli üretim girdilerinin kullanımı büyük ölçüde yaygınlaşmış ve elli yıl öncesine göre çok ciddi verim artışları söz konusudur. Bu cümleden olarak 1965’de dekara 85-90 kg olan buğday verimi bugün 240 kg’a, çeltik verimi 300 kg’dan 850-900 kg’a, mısır verimi 100-150 kg’dan 600 kg’a, şekerpancarı 2-3 tondan 5 tona, patates 1 tondan 3 tona yükselmiştir. Diger taraftan pamuk veriminde Türkiye bugün dekara 140 kg lif verimi ile İsrail’den sonra dünyada ikinci sıradadır. Aynı şekilde elli yıl önce ayçiçeği, yer fıstığı, soya, susam, haşhaş ve kolza gibi yağ bitkilerinden önemli bir kısmını Türk çiftçileri yeni tanımışken, bugün bunların verimleri de oldukça yükselmiştir. Örneğin, ayçiçeğinin dekara verimi 220, susamın ki 75-100, haşhaşın ki 60-70, yer fıstığının ki 350 ve kolzanın ki ise 350 kg’dır. Gerek yemeklik dane baklagillerin ve gerekse yem bitkilerinin verimlerinde de önemli artışlar olmuştur. Yeterli midir? Elbetteki hayır! Bu verimlerin ve verimlerle beraber kalite ve rekoltelerin de artırılması şarttır.
Tarla bitkileri yanında bitkisel üretimin bir başka çok önemli dalı olan bağ-bahçe bitkileri yetiştiriciliğinde, yani sebze ve meyvecilikte de çok önemli gelişmeler ve verim artışları söz konusudur. Nitekim pek çok sebze tür ve çeşitleri ile meyvecilik bakımından Türkiye, elli yıl öncesine göre gerek birim alan verimlerde ve gerekse rekoltede dünyanın ilk on ülkesi içerisinde yer almakta ve bir kısmında ilk sıralarda bulunmaktadır. Özellikle sera ve örtü altı yetiştiriciliğinde çok önemli mesafeler katedilmiş durumdadır. Aynı durum mantar ve su ürünleri üretim alanlarında da geçerlidir.
Hayvancılık ve hayvansal ürünler konusunda bitkisel ürünler kadar ciddi gelişmelerin olduğunu söylemek mümkün olmamakla beraber, bu alanda da alınabilecek önlemlerin önemli bir kısmı alınmış ve alınmaktadır. 1960’lı yıllardan günümüze gerek büyükbaş ve gerekse küçükbaş hayvancılıkta hayvan sayısı bakımından önemli azalmalar olmakla beraber, kültür ırkı ve melezlerinde çok ciddi ilerlemeler kaydedilmiştir. Kanatlı ve kümes hayvanları üretim ve veriminde büyük ve önemli gelişmeler sözkonusudur. Hayvancılıkta sayı ve başta kaba yem olmak üzere hayvan yemleri miktar ve kalite olarak yeterli hale getirilebildiğinde, mer’a ve çayırların rehabilitasyonu gereği gibi alınabildiğinde bu önemli sorun da çözüme kavuşacaktır.
Türkiye tarımında ve kırsal kalkınmada elli yıl öncesine göre gerek ekim alanları ve nadas uygulamaları, gerek sulama ve işletmelerin büyümesi ile ilgili olarak toprak, su, bitki ve hayvan kaynaklarının geliştirilmesi, alt yapı problemlerinin çözümü bakımından da henüz kâfi olmamakla birlikte önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Elli yıl öncesine göre toprak işlemeli tarım yapılan arazilerde büyük artışlar olmuş ve hatta tarım yapılabilecek sınırların çok üstüne çıkılmıştır. Mutlaka bu konu ile ilgili önlemlerin de biran önce alınması şarttır. Bitkisel ve hayvansal gen kaynaklarının, biyolojik çeşitliliğin ve endemik türlerimizin korunması şarttır. Elli yıl öncesine göre tarımsal araştırma ve politikaların daha rasyonel ve akılcı olduğunu söylemek oldukça zordur. Ancak bugün Türkiye’de gıda güvenliğine daha fazla önem verildiği ve denetimler için daha büyük hassasiyetler gösterildiği söylenebilir.
Bugün tarımda elli yıl öncesine göre çok önemli birtakım kavramlar geliştirilmiş ve bunların hayata geçirilerek uygulamaya konulması için ciddi gayretler söz konusudur. Bunların başında sürdürülebilirlik, organik tarım, iyi tarım uygulamaları, bitkisel ve hayvansal gen kaynaklarının muhafazası, biyolojik çeşitlilik, genetiği değiştirilmiş organizmaların tarımda kullanılması, gıda yeterliliği, beslenme ve gıda güvenliği gelmektedir. İnanıyorum ki bu kavramların her birisinin üzerinde çok geniş ve derinlemesine durulması gereklidir. Toplumun ve kamuoyunun bu konularda bilgilendirilmesi ve özellikle gıda güvenliği konusundaki tüketici hassasiyetlerinin karşılanması önemli ve gereklidir. Elli yıl öncesine göre tarım ürünlerinin değerlendirilmesi ve tarımsal sanayi konularında çok büyük gelişmeler olmuştur. Bir kere şöyle düşünülsün, Türkiye’de bundan elli yıl önce tarımsal ürünler daha çok işlenmeden ham olarak ihraç edilip değerlendirilirken, bugün dev bir tekstil ve konfeksiyon sanayi, aynı şekilde un ve unlu mamüller sanayi, şeker ve şekerli mamuller sanayi, meşrubat ve konserve sanayi, içki sanayi ve daha bunlara benzer diğer tarımsal ve gıda sanayi kolları zikredilebilir.
Elbetteki bu başarılar topyekûn Türk halkının ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başarılarıdır. Fakat birinci derecede emek veren ve azimle çalışan ziraat mühendisi isimsiz kahramanların bu alandaki rolü de asla unutulamaz. Daha iyi durumda olabilir miydik, elbette mümkün! Yeterli mi? Mutlaka değil! Ben cumhuriyetin 100. yılında, 2023’de tarımı ve ekonomisi, her şeyi ile çok daha zengin ve güçlü bir Türkiye’yi Yüce Tanrı’nın bize de göstermesi dileklerimle, hayırlı ve huzurlu, barış ve mutluluk dolu yeni yıllar temenni ediyorum.
Prof. Dr. Celâl ER
NOT: Bu makale, Hasad Bitkisel Üretim Dergisi`nin Şubat 2012 tarihli sayısından alınmıştır.
Facebookta paylaş
Twitter'da paylaş
Google+'da paylaş!
Pinterest'te paylaş!