Tarımsal ilaç varsa doğallık yok. İşte burada yeni bir kavram çıkıyor karşımıza: ‘Organik Tarım.' İnsanoğlunun doğaya müdahalesi öylesine boyutlara ulaştı ki, artık gerçek anlamda ‘doğal' ürün üretebilmek için bile ‘yapay' alanlara gereksinimimiz var. Doğadan ‘yalıtılmış' alanlara.
Doğal ürünlere karşı olan ilgi az da değil. Bugün yaklaşık 130 ülkede 24.1 milyon hektarlık alanda sertifikalı olarak organik üretim yapılıyor. En geniş üretim alanı 10 milyon hektarla Avustralya'da. AB ülkelerinin toplam üretim alanı ise 5.6 milyon hektar. Bir diğer ifadeyle Avrupa'daki toplam tarım alanlarının yüzde 3.5'i organik tarıma ayrılmış durumda. AB'nin 2010 yılı hedefi ise bu oranı yüzde 10'a çıkarmak. Hatta İngiltere'nin hedefi yüzde 20'ye ulaşmak. Birlik ülkelerindeki işletme sayısı, bugün 175.000'e ulaşmış durumda. Bu tarım yöntemi temsil ettiği pazar payıyla da dikkat çekiyor. Organik tarım denildiğinde artık karşımızda 25 milyar dolarlık bir pazar var. Ve her yıl yüzde 10 ile yüzde 40 arasında büyüyor.
Türkiye de elbette bu gelişmelerden payını aldı. Bugün Türkiye'de organik tarım yapılan alanlar 103.000 hektara ulaştı. 13.000 üretici organik tarımla ilgileniyor. Üretilen ürünün büyük bölümü ihraç ediliyor. İhracattan sağlanan gelir yılda 50 milyon dolara ulaşmış durumda.
Kusursuz Döngü
Türkiye'nin organik tarımdaki en büyük şirketlerden biri olan Işık Organik Tarım A.Ş'nin sahibi Mehmet Ali Işık ile konuştuk. "Aslında herkes yanlış biliyor" diyor Işık, "Zannediyorlar ki, organik tarım hiçbir işlem yapılmayan bir üretim modeli. Oysa durum hiç de öyle değil." Organik tarımın hiç de kolay bir üretim modeli olmadığını o konuştukça anlıyoruz. Çünkü bu modelin örneği doğa:
"Toprağa yine istediği mineralleri veriyorsunuz. Ama doğal yollardan. Tarlanızı hastalıklarla mücadele ederken yalnız bırakmıyor, AB'nin organik tarımda kullanımına onay verdiği bitki özlü ilaçları kullanıyorsunuz. Bu modelde doğal bir döngü sözkonusu. Herşey bir bütün. Böylece kayısı yetiştiren bir çiftçi aynı zamanda hayvan yetiştiricisi oluyor. Organik tarımın maliyetini düşüren en temel etken de bu. Çünkü yetiştirdiğiniz hayvanın gübresini tarlanızda kullanıyorsunuz. On dekara gereken gübreyi ortalama iki büyük baş hayvandan sağlamak mümkün. Bunun yanı sıra fiğ, bakla gibi ürünleri ekiyor, toprağın geri dönüşümünü hızlandırıyorsunuz. Herşey kusursuz bir döngü içinde ilerliyor."
60 Çeşit Ürün, 12 Milyon Dolar İhracat
Işık Organik A.Ş, Türkiye'de organik tarım uygulamalarının ilk örneklerinden biri. İzmir Kemalpaşa'da kurulu. 1992'de kurulmuş. Ama felsefesi çok daha öncelere dayanıyor. Yoğun gübre ve ilaç kullanarak toprağını verimsizleştirdiğini farkeden genç çiftçi Mehmet Ali Işık, 1970'lerin sonunda kimyasal kullanmaktan vazgeçiyor. O sıralar "organik" kavramından haberi yok. Ama bilmeden de olsa dünyada giderek yaygınlaşan bir trendi yakalamış oluyor. Bugün Türkiye'nin önde gelen organik ürün ihracatçılarından. Yılda yaklaşık 12 milyon dolar döviz girdisi sağlayan Işık Tarım'ın kurucusu ve sahibi.
Türkiye'nin yıllık 50 milyon dolar olan organik ürün ihracatının beşte biri Işık Tarım tarafından gerçekleştiriliyor. Başta AB ülkeleri olmak üzere 28 ülkeye pirinçten, mercimeğe, incirden domates salçasına kadar toplam 60 çeşit ürün ihraç ettiklerini belirten Işık, "Üretimimizin yüzde 95'ini ihraç ediyoruz. 1 milyon dolar civarında da iç piyasaya ürün veriyoruz. 529 çiftçi ile 2.500 hektar alanda organik tarım yapıyoruz" diyor.
Daha Yolun Başındayız
Türkiye'deki marketlere ilk giren organik ürünler Işık Organik Tarım'a ait. 1996'da İzmir Tansaş'da başlayan satışlarla iç piyasa tüketicileri organik kuru meyve ve bakliyat ürünleriyle tanıştı. Ardından Migros, Tema ve Cityfarm ile iç piyasa ağırlıklı çalışmalara devam ettiklerini söylüyor Işık. İç talebin hala çok yetersiz kalmasını ise toplumda sağlıklı gıda konusunda gerekli bilincin oluşmamasına bağlıyor. Bir de organik ürün tanımının Türkiye'de hala kuru meyve ile sınırlı sayılmasına. "Avrupa'lı tüketiciler günlük tüm besin ihtiyaçlarını organik olarak karşılayabiliyor. Türkiye'de çeşitlilik yok" diyen Işık, sözlerini şöyle sürdürüyor:
"İdeal olan, tüm yaş sebze meyvelerden, süt ve ete, bakliyata kadar her ihtiyacımızı organik seçeneklerle karşılayabilmek. Organik çocuk maması, reçel ya da peynir üretebilmeliyiz ki, Türk tüketicilerin bu ürünlere talebinde sürdürülebilirliği sağlayabilelim. Oysa biz organik süt üretimine bile yeni başladık. Daha yolun başındayız."
Işık, son birkaç yıldır özel girişimcilerin organik tarıma ilgisinin arttığını ancak hemen hepsinin mevcut çeşitlere yöneldiğine dikkat çekiyor. "Pasta sürekli küçülüyor" diyen Işık, "Türkiye'ye giren döviz aynı kalıyor. Tek değişen dövizin dağılımı. Aslında birbirimize rakip olmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Oysa Avrupa farklı çeşitlere açık. Sektöre girmeyi düşünenlere önerim, üzüm, kayısı, incir ve fındık dışında farklı çeşitleri denemeleri" diyor.
Türkiye'nin organik tarım modelinde kararlı olduğunu belirten Işık, "Eğer ürün çeşitliliğine yön verebilirsek hem Avrupa'nın ihracat üssü oluruz, hem de topraklarımızı kurtarırız. Bu hemen gerçekleşmeyecek. Ama önümüzdeki 20 yılı iyi değerlendirirsek, istediğimiz sonucu elde edebiliriz" görüşünü dile getiriyor.
Türkiye Üretim Hedefini Belirlemeli
Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO) Başkanı Ahmet Altındişli'ye göre, yanlış tarım uygulamaları ile doğanın dengesi bozduğunu fark eden insanoğlu, şimdi buna çare bulmaya çalışıyor. Altındişli, organik tarımı öne çıkaran en önemli faktörün geçmişin kötü deneyimleri olduğunu belirterek, ‘yeşil devrim'den organik tarıma giden yolu şöyle özetliyor:
"1970'lerde pestisit ya da hormon kullanımının öne çıktığı, ‘yeşil devrim' olarak anılan politikalarla üretim artışı sağlandı. Ancak on yıl kadar sonra çevrenin geri dönülmez biçimde tahrip olduğu fark edildi. Organik tarımın doğuşu biraz da bu olumsuz gelişmenin paralelinde gerçekleşti. 80'lerden sonra Avrupa ülkelerinde pazar payı artmaya başlayan organik tarım modeli, gelecekte çok daha fazla söz sahibi olacak. İklimi ve toprağıyla çok daha avantajlı olan Türkiye'nin de bu alanda kendine hedefler belirlemesi gerek."
Tarım arazilerinin küçük parçalı oluşunun organik üretim için dezavantaj yarattığını belirten Altındişli, "Komşu tarlalarda kullanılan ilaçlar, organik ürünleri etkiliyor. İdeal olan organik tarım köyleri oluşturmaktır. Türkiye'de henüz sadece organik üretim yapan bir köy yok. Ancak çalışmalar sürüyor" diyor.
Tarım Bakanlığı Kararlı
Tarım Bakanlığı'nın organik tarım modelinin gelişimi adına büyük çaba harcadığını da söyleyen Altındişli, şunları söyledi: Tarım Yasası, bu çabanın ürünü. Bu üretim modeline geçiş için pilot bölgelerin belirlenmesi bir diğer önemli adım. Artvin, Gümüşhane, Bayburt, Sivas, Göller Yöresi, Isparta, Konya, Karaman, Çanakkale ve Balıkesir pilot il olarak belirlendi. Kırsal bölgelerdeki çiftçilere organik üretim eğitimleri veriliyor. Ayrıca organik tarımın yaygınlaşması için girdi ücretlerine normal kredilere oranla yüzde 60 indirimli kredi imkanı tanınıyor. Bunlar umut verici gelişmeler. Ancak organik üretimin planlanması, hangi ürünlere yönelecekleri konusunda üreticilere yol gösterilmesi ve iç talepteki yetersizlik gibi konular, çözüme kavuşturulmalı. Üretici ve tüketici bilincinin artırılması, AB'ye uyum sürecinde Türkiye'nin öncelikleri arasında yerini almalı."
Organik Tarım Nedir
Organik tarım modelinin özelliklerini iki madde ile sıralamak mümkün. Kimyasal girdi kullanılmıyor. Yapılan her işlemin izlenebilir olması gerekiyor. Bir ürünün hangi bölgede hangi çiftçi eliyle üretildiği, kimler aracılığıyla ihraç edildiği gibi bilgilerin ulaşılabilir olması gerekiyor. Aksi halde ürün sertifikalanmıyor ve sertifikanın devamını sağlayan periyodik kontroller yapılamıyor. Konvansiyonel üretimle karşılaştırıldığında daha özenli ve zor bir üretim modeli olmasına karşın organik tarımın yıldızı hızla yükseliyor. Uzmanlar dünya ülkelerinin organik tarıma gösterdiği ilgiyi, yeşil devrimin sonucu olarak değerlendiriyorlar.
Kaynak: Referans Gazetesi
Facebookta paylaş
Twitter'da paylaş
Google+'da paylaş!
Pinterest'te paylaş!