Organik Tarım Bir Lüksmüdür?

Prof.Dr. Celal ERAnkara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü Başkanı

Organik tarım, biyolojik tarım, ekolojik tarım ve hatta zaman zaman sürdürülebilir tarım kavramları birbiri yerine kullanılmaktadır. Organik, biyolojik ve ekolojik tarım kavramları hemen yüzde yüze yakın bir şekilde anlam ve çerçeve bakımından örtüşmekle beraber sürdürülebilir tarım kavramı oldukça farklıdır. Hemen belirtmek icab ederki gerek yerli ve gerekse yabancı kaynaklarda sürdürülebilir tarım daha bir geniş anlam ifade etmektedir. Başka bir söyleyişle, sürdürülebilir tarım organik tarımı içerdiği gibi konvansiyonel, ya da klasik tarımı da bazı koşullarla kapsamaktadır.Mahiyeti ve çerçevesi itibariyle sürdürülebilir tarım eldeki mevcut kaynakların, üretim için kullanılan girdilerin dengeli ve devamlılık arzedecek bir şekilde tabiattaki doğal dengeyi bozmadan, hatta doğal dengeyi ve verimliliği artıracak bir biçimde geliştirilerek yapılan tarımdır.

Sürdürülebilir tarımdaki ana tema, çevreyi koruyup kollamak ve her türlü çevre kirliliği ve tahribatını önlemektir. Organik tarımdaki esas amaç ise, insanın kullandığı her türlü gıda ve besin maddeleri ile barınma ve giyinme maddelerinin insan sağlığına zarar vermeyecek ya da en az zarar verecek şekilde ve devamlı olarak üretilmesidir.Gerek organik tarım, gerekse sürdürülebilir tarım klasik yani konvensiyonel tarıma reaksiyon olarak doğmuş ve yapılmaya başlanmıştır. Bugün yapılan, daha doğrusu gelinen en ileri noktada organik tarım bulunmaktadır. Organik tarım gerek hayvansal ve gerekse bitkisel üretimde her türlü yapay girdilerin kullanılmaması, buna karşılık son derece yüksek kalitede nitelikli tarımsal ürünlerin üretilmesidir.Eğer biraz gerilere gidilecek olursa 18., 19. ve hatta 20. yüzyıllarda, bütün dünyada yaşayan insanları barındırmak, giyindirmek ve beslemek için kitle halinde üretim gerekmiştir. Her ne kadar 18. ve 19. yüzyıllarda dünya nüfusu az idiyse de, özellikle 20. yüzyılın başından itibaren nüfus geometrik olarak artmaya başlamış ve üretilen ürünlerin miktarı, ya da en azından insanlar arasındaki paylaşımı, yeterli olmamaya başlamıştır.

Bugün FAO kaynakları dünya nüfusunun 6 milyar dolayında olduğunu, 2020 yılında bunun 10 milyar olacağını ve 2050 yılında da 14 milyarı geçeceğini ifade etmektedirler. İşte bu nüfusu gereği gibi barındırmak, giyindirmek ve besleyebilmek için özellikle 20. yüzyılda kalitesine fazla bakılmaksızın birim alan verimini artırmak için kitle halinde tarımsal üretimde bulunulmuş, bunun için de bir yandan çok fazla miktarda yapay gübre ve mücadele ilacı kullanılırken, bir yandan da teknoloji ve makinanın hiçbir sınır tanımadan tarıma uygulanmasıyla, çayır ve meralar ile yem için, toprakları tahrip derecesinde açılmış, yağmur ormanları kesilerek yerlerinde yetiştiricilik yapılmaya başlanmış ve canlı ekosistemleri çok insafsız ve hesapsız bir şekilde tahrip edilmiştir. Netice olarak doğal denge bozulmuş ve tabii kaynaklarımız hoyratça kullanılmıştır. Bütün bunlara rağmen paylaşım ve sosyal adalet anlayışı gereği gibi geliştirilemediği için açlık ve yetersiz beslenme de bir türlü önlenememiştir. Bugün hâlâ, dünyanın çeşitli yerlerinde açlıktan ölüm tehlikesi ile karşı karşıya bulunan 500 milyon, iyi beslenemeyen bundan dolayı da binbir türlü sefalet ve sağlık bozuklukları ile karşı karşıya bulunan 800 milyon olmak üzere 1.5 milyara yakın insan ızdırap çekmektedir. Dünyanın bilimsel ve teknolojik açıdan gelişmiş olan devletleri, açlık ve beslenme sorunlarına çare bulacakları ve olacakları savı ile ve hırsla, üretim artışı için dünyayı ve zenginliklerimizi tahrip etmeye devam ediyorlar, bu fenomenin altında yatan dünyaya hakim olabilme rekabeti ve içgüdüsüdür. İşte bu duyguları tatmin için tarımda kullandıkları kimyasal gübreler, kimyasal ilaçlar, erozyon, her türlü sağlığa zararlı maddeler sadece başkalarının değil, her türlü bitkisel ve hayvansal canlıya mikro flora ve faunaya, hatta her türlü cansıza bile zarar vermeye başlayınca, hiç olmazsa kendileri için akıllarını başlarına toplamaya başladılar ve klasik-konvansiyonel tarıma karşı, cılız da olsa yer yer organik tarım diyenlerin sayısı artmaya başladı. Ayrıca yapılan araştırmalar da gösterdiki iyi beslenmek demek çok yemek değil, kaliteli yemektir. İşte böylecede Organik tarım kavramı gelişmeye yüz tuttu.

DÜNYADA ORGANİK TARIMLA İLGİLİ GELİŞMELER

 Tarımdaki gelişmeler, teknolojinin tarıma uygulanması ve her türlü üretim girdilerinin gerekli verim ve rekabet artışını sağlayabilmesi için beraberinde bazı sorunlarıda getirerek, yoğun olarak kullanılmaya başladı. Bunlardan tohumluk, damızlık, fide ve fidan üretimi ve bunların geliştirilmesi, ıslahı en iyi şekilde yapılırken, yetiştirme tekniklerinin birim alan verimini en yüksek ölçüye vardıran çalışmalarda yapılıyordu. Ancak kimyasal ilaç ve kimyasal gübre, bilhassa Avrupa ülkelerinde ölçüsüz bir şekilde kullanılmaya başlandı. Bu ülkelerin pek çoğunda dekara kullanılan mücadele ilacı ortalama 3-5 kg'a, gübre ise (saf etkili madde olarak) 15-20 kg'a ulaştı. Bu durum gerçekten çok büyük verim ve dolayısıyla üretim artışlarının gerçekleşmesine yol açtı. Fakat bunun yanında bir yandan topraklar, sular ve hava kirlenmeye başlayarak çevre çok ciddi şekilde tahrip oldu, diğer yandan da üretilen ürünlerin kalitesi fevkalede düştü. Üretilen tarımsal ürünlerin bir taraftan tad, koku, renk, doku ve aroma gibi özellikleri bozulurken diğer taraftan da ürünlerin üzerinde binbir türlü hastalıklara ve hatta kanser hastalığına sebebiyet verebilecek kansorejen maddelerin birikmesi sözkonusu oldu. İşte bütün bu olumsuz gelişmelerin neticesinde 1970'li yıllarda çevre konusuna daha fazla önem verilmeye başlandı ve organik tarım kavramı ortaya atıldı.Evrensel bir çevre duyarlılığı konusundaki ilk ciddi adım 1972 yılında İsveç'te yapılmış olan "Stockholm Çevre Konferansı"'dır. İsveç hükümetinin önerisi ile Birleşmiş Milletler'in 1968 yılında kabulu ile 1972 yılında yapılan Stockholm Çevre Sorunları Konferansı, Çevre meseleleri ve dolayısıyla "Organik Tarım" konusunda yapılan ilk uluslararası ve kapsamlı toplantı olma özelliğine sahiptir. Bu konferansın kitabı "Ortak Geleceğimiz" adıyla Türkiye Çevre Vakfı tarafından Türkçeye'de çevrilmiştir. Daha sonra bu alandaki çalışmalar hız kazanmış ve yapılan ilerleme ve gelişmeler 20 yıl sonra Brezilya'nın başşehri Rio de Jeneiro'da 1992 yılında yapılan Dünya II. Çevre Konferansında değerlendirilmiştir. Daha sonra bunlara benzer bir toplantı (Habitat Toplantısı) İstanbul'da yapıldı. 2012 yılında Dünya III. Çevre Konferansı da yapılan planlamaya göre, yine İstanbul'da yapılacaktır. Görüldüğü gibi Türkiye bu çalışmaların içine çok aktif olarak ve ön sıralarda katılmaktadır.Bütün medeni ve gelişmiş dünyada organik tarım, ister bitkisel, ister hayvansal ve su ürünleri alanlarında olsun tarımsal üretim fazlalılığı nedeniyle ortaya çıkan arz-talep dengesindeki bozukluğun giderilmesi ve dengenin sağlanması, çevrenin ve her türlü doğal kaynakların korunması ve ekolojik dengenin tesisi gibi hedeflere ulaşmada önemli bir araç olarak kullanılmaktadır ve bundan sonra da kullanılacaktır. Bu amaçla Avrupa Birliği, organik tarımın teşvik edilmesi doğrultusunda, tüketicilerin korunması ve üreticiler arasında adil bir rekabet ortamının sağlanması hususlarını belli bir esasa bağlamış ve 24 Haziran 1991 tarih 2092/91 işaret sayılı Avrupa Konseyi Yönetmeliği ile organik yöntemlerle üretilmiş ürünlerin etiketlenmesi, üretim usulleri, denetleme sistemleri, üçüncü ülkelerden ithalatı ve Avrupa Birliği içinde serbest dolaşımına ilişkin hükümler ortaya koymuştur. Üçüncü ülkelerden ithal edilecek organik ürünlerin pazarlanmasının belli esaslar dahilinde olması adı geçen yönetmelikle karara bağlanmıştır. Buradaki hükümlerin en önemlileri ;a) Organik ürünlerin, komisyon tarafından tespit edilecek listede yer alan bir ülkenin belirli bölgelerinde ve tespit edilmiş denetim organlarının denetimi altında üretilmiş olması,b) Üçüncü ülkelerdeki yetkili bir otoritenin üretim ve denetleme işlemlerini Birlik üyesi ülkelerindekine eşdeğer şekilde yapıldığını gösteren bir sertifika verilmesinin sağlanması şartlarıdır. Organik tarım sistemi ve yöntemleriyle ürün yetiştiren üçüncü ülkelerin, ihracat yapmak istediklerinde Birliğe müracat ederek, altı ay sonrasına kadar ise organik tarım sistemi içinde yetişen ürünün cinsi, miktarı, kontrol mekanizması ve uygulanma kurallarını açıklayan bir rapor hazırlayarak komisyona sunması gerekmektedir. Türkiye organik tarım ürünleri ihraç eden üçüncü ülkeler listesinde yer almak üzere Avrupa Birliği'ne 1992 yılı Haziran ayında başvuruda bulunmuştur ve bu tarihten günümüze kadar organik tarım ürünlerinin ihracatı Avrupa Birliği ve hatta başka ülkelere de yapılabilmektedir. Türkiye'de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından 18 Aralık 1994 tarihinde "Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Yöntemlerle Yetiştirilmesi" ne ilişkin bir yönetmelik çıkarılmış ve uygulanmaktadır. Organik tarım ürünleri çok büyük ölçüde sözleşmeli tarım yöntemi ile, özellikle ihraç etmek için ilgili yönetmelik hükümlerine göre yapılmakta ve bu yönetmelik Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından uygulanmaktadır. Bugün dünyada organik tarım organizasyonunu "Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu" (International Federation of Organic Agriculture Movements) adlı bir kuruluş organik yetiştiricilikle ilgili konuları üstlenmiştir. Genel Sekreterliği Federal Almanya'da olan bu yasal kuruluş ilk kez Fransa'da ve İsviçre'de çalışmaya başlamış ve kâr amacı gütmeden uluslararası anlamda organizasyon görevini yürütmektedir. Adı geçen kuruluş, tarımın yenilenebilir bir enerji kaynağı olarak kabul edilmesi prensibinden hareket ederek işlevini sürdürmektedir.

TÜRKİYE'DE ORGANİK TARIMLA İLGİLİ GELİŞMELER

Türkiye'de organik tarım fikri ve düşüncesi kavram olarak 30-35 yıl gerilere gitmekle beraber, bu alandaki uygulamalı çalışmalar 1980'li yıllardan sonra gündeme gelmiştir. Türkiye'deki organik tarım faaliyetleri 1986 yılında Avrupa'daki gelişmelerden biraz daha fazla olarak ihracatçı firmaların talebi sonucu dış satıma yönelik olarak başlamıştır. Başlangıçta ithalatçı ülkelerin bu konudaki mevzuatlarına uygun olarak yapılan üretim ve ihracat 1991 yılından itibaren (daha öncede belirtildiği gibi) Avrupa Birliği'nin bu konudaki yönetmelikleri doğrultusunda yapılmıştır.Ekolojik veya organik tarım bazılarının zannettiği gibi ilkel ve primitif tarım değildir. Organik tarımda kullanılması istenmeyen veya kullanılmasına önemli kısıtlamalar ve yasaklamalar getirilen gerek kimyasal gübreler ve gerekse ilaçların yerine alternatif önlemler getirilmektedir. Organik tarım ürünlerinin kalitesini bozacak hiç bir durum sözkonusu değildir. İlkel veya primitif tarım, bilgisiz denilecek kadar geri olan ve maalesef önemli ölçüde beslenme bozuklukları ve açlığın başgösterdiği ülkelerde görülen üretim şeklidir. Halbuki organik tarım çiftçileri, eğitim ve öğretimi yüksek ve üstün ölçüde olan ne yaptığını bilen bir bilince sahip çiftçilerdir. Türkiye'de 2000 yılına kadar, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı "Ekolojik Tarım Komitesi"ne başvurarak kontrol ve sertifikasyon yetkisi olan beş yabancı ve bir de Türk firması bulunmaktadır. Bu firmalar, organik tarım yapmak isteyen ve kendilerine başvuran çiftçilerden (bu çiftçiler herhangi bir şirket adına sözleşmeli üretim yapmaktadırlar), çiftçilerin ürünlerini pazarladıkları şirketlerden aldıkları ücret karşılığında tarım ürünlerinin üretiminden pazarlanmasına kadar çeşitli safhalarda denetlenip kontrol ederek uygun olanlara "ekolojik= organik ürün" olarak sertifika vermektedir(Bu aşamada sertifikalanma, bitkisel üretimin yapıldığı tarım arazisidir.). Sertifikalandırma işlemi, doğal ortamda hiçbir katkı olmadan yetişen veya çiftçiler tarafından üretilen, fakat uzun zamandır sentetik kimyasal girdiler kullanılmayan araziler hariç, diğer üretim alanlarında en az üç yıldır. Birinci ve ikinci yıllarda sertifikasyon için başvurulan ürünler ekolojik veya organik tarım prensiplerine göre yetiştirilmiş ise bunlara "Ekolojik ürüne geçiş ürünü" sertifikası verilir.Türkiye'de özellikle ihracat ürünleri yetiştiren ve sözleşmeli olarak tarım yapan işletme sayısı 8500, yetiştirilen ürün sayısının çeşidi 67 ve organik tarım yapılan alan 27 bin ha'dır.Organik tarım yöntemiyle üretilen ürünlerin miktarı 90 bin ton dolayındadır. Görüldüğü gibi hem işletme sayısı hem de alan bakımından nispet olarak organik tarım son derece azdır. Türkiye'de tamamı ihracat ağırlıklı çalışan ve organik tarım ürün talebi doğrultusunda sözleşmeli üretim yöntemiyle yetiştiricilik yaptıran 25 adet şirket bulunmaktadır. Bu şirketlerin çoğunlukla fındık, antepfıstığı, kuru üzüm, kuru incir ve kuru kayısı gibi kurutulmuş ürünlerden oluşan ihracatı 50 milyon doların üzerindedir. Yaş meyve ve sebze gibi ürünlerin organik olarak yetiştirilmeleri tamamen talebe bağlıdır. Başta kuru bakliyat ve pamuk gibi tekstil hammaddeleri için de söz konusu olan taleptir. Talep olduğu taktirde her türlü ürün organik olarak yetiştirilebilecektir. Daha önce de bahsedildiği gibi, organik yetiştiriciliğin can alıcı noktası, tüketici kültürü başta olmak üzere, hayat standardı ve gelir seviyesinin yüksek olmasıdır. Ancak açlık hissini yatıştırıp fizyolojik olarak karnını doyuran insan, giyim ve barınma ihtiyaçlarını asgari seviyede temin edebilen tüketici, elbette ki organik ürün kullanamaz. Çünkü organik ürünler, son derece pahalı ürünlerdir.Ben bu makalede, organik tarım ile konvensiyonel tarımın ne gibi farklılıkları vardır, organik tarım teknikleri nelerdir, uygulamaları nasıl yapılır, ileri ülkelerde ve Türkiye'de bu konuda nereye gelinmiştir, organik olarak yetiştirilen ürünlerin kalitesi ve verimi nasıldır, verim düşüklüğü nasıl telafi edilebilir? gibi konulara sadece temas etmiş bulunuyorum. Bu konularda elbette ki çok daha fazla yazmak ve söylemek imkanı bulunmaktadır. Organik ürünler, konvensiyonel ürünlere göre yüzde 50 daha az verimlidir.; dolayısıyla birim alan verimleri düşmekte, birim fiyatlarıda artmaktadır. Organik ürünlerin birim fiyatları normal ürünlerin fiyatlarından yüzde 30-50 daha fazla olduğu taktirde üreticilerin kârlı olabilecekleri yapılan araştırmalarla tespit edilmiş durumdadır. Ancak bazı ürünlerde bazı fahiş fiyatlar göze çarpmaktadır. Tüketicinin korunması, ihtikar yapılmaması ve gıda güvenliği açısından, ayrıca haksız rekabet bakımından mutlaka konu, kontrol altında tutulmalıdır.ORGANİK TARIM BİR LÜKS MÜDÜR?Bütün bu yazılıp çizilenlerden sonra "Organik tarım bir lüks müdür?" sorusu yine de garip karşılanmamalıdır. Elbette ki fert başına yıllık gelirin son derece düşük olduğu, açlık ve ölümle karşı karşıya kalan insanların yaşadığı, verimin fevkalade az olduğu, üretimin tam anlamıyla ilkel olduğu bölgelerde organik tarım bir lüks olarak kabul edilebilir. Ama özellikle azotlu gübrelerin çok kullanıldığı toprakta, suda ve havada, yani çevrede kirlilik yaratan, sularda ve bilhassa yaprağı yenen lahana, pırasa, ıspanak, pazı, kıvırcık ve marul gibi sebzelerde biriken nitrat ve nitrit bileşiklerinin kandaki hemoglobinle birleşerek methahemoglobin oluşturduğu ve bunun da oksijenin dokulara taşınmasını engellediği tıbben bilinen bir gerçektir. Sonuçta, bilhassa bebeklerde sık sık görüldüğü için "Mavi Bebek" adı verilen ve ani morarmalarla kendini gösteren methahemoglobinemia anemisi nitrit birikmesinden ileri gelmektedir. Bu hastalık geviş getiren hayvanlarda da yaygın olarak görülmektedir. Nitrit birikimi su ve yaprağı yenen sebzelerde olduğu gibi et ve mamüllerinde de söz konusu olabilir.Bugün Türkiye'de gerek suni gübre kullanımı ve gerekse mücadele ilacı kullanımı elbette ki çok yüksek ve had safhada değildir. Hatta henüz Avrupa Birliği ülkelerine ulaşabilmek için bir hayli zamana ve üretime ihtiyaç vardır. Henüz daha Türkiye'de her yıl işlemeli tarım yapılan 27 milyon hektar arazinin 4-5 milyonu nadasa ayrılmakta, ekilen 22 milyon ha arazinin de ancak 16 milyon hektarı gübrelenebilmektedir. Dekara isabet eden gübre miktarı 1 ile 4 kg arasında değişmektedir. Bu açıdan Türkiye için bugün herhangi bir tehlike veya korku söz konusu değildir. Ama şunu da kabul etmek gerekir ki, Çukurova, Antalya, Marmara ve Ege bölgeleri gibi veya sera ve örtü altı yetiştiricilik yapılan yerlerde çok fazla miktarda gübre ve ilaç kullanılmaktadır. Türkiye'de kapama sarı ot mücadelesinin yapıldığı Orta Anadolu ve geçit bölgeleri ile yine aynı şekilde kımıl, süne ve zabrus mücadelesi yapılan Güneydoğu Anadolu ve Trakya'da fazla miktarda kimyasal ilaç kullanılmaktadır. Ayrıca çok geniş alanlarda pamuk tarımı yapılan, şekerpancarı tarımı yapılan Ege, Akdeniz, Marmara, Güneydoğu, İç Anadolu ve geçit bölgelerinde de gerek zararlarına ve hastalıklara karşı, gerekse yabancı ota karşı kimyasal ilaçlar kullanılmaktadır. Her ne kadar Türkiye'de dekara ortalama kullanılan mücadele ilacı miktarı henüz 350-500 gram dolayında ise de, bazı bölgelerimizde çok fazla kullanılmaktadır.Türkiye'de kullanılan toplam mücadele ilacı 35 bin ton dolayında, bunun yüzde 40'a yakını (14 bin ton) sadece Akdeniz Bölgesinde kullanılmaktadır. Akdeniz Bölgesi'nde de en fazla İçel, Seyhan, Hatay ve Antalya illerinde sarfedilmektedir. Buralarda yetiştirilen ürünlerde pestisit etkisi diğer bölgelerimizden çok daha fazla olmaktadır. Daha önce de ifade edildiği gibi, belli bölgeler için organik tarım bir lüks olmak bir yana, bir zarurettir. Ama bazı ülke ve bölgeler için de lüks olarak kabul edilebilir.Tarımda, gerek kimyasal gübrelerin yerine her türlü organik gübre, başta ahır gübresi olmak üzere, yeşil gübre ve her türlü bitkisel ve hayvansal artıkların çürütülmesi ve fermentasyonu ile hazırlanan kompost, gerekse kimyasal ilaçların yerine hastalık ve zararlılara mukavim çeşitler ıslah edilerek onların yetiştirilmesi en önemli tedbirlerdir. Yabancı ot mücadelesi için herbisit kullanmak yerine değişik fiziki mücadele yöntemleri ve kültürel mücadele usulleri geliştirilmiş ve uygulanmaktadır. Ayrıca tarımda her bakımdan yararlı olan ekim nöbeti uygulamaları, konvensiyonel tarımın olduğu kadar organik tarımın da en önemli araçlarındandır.Başta Avrupa ülkeleri, Amerika, Kanada ve Japonya gibi tarımı ve teknolojisi çok ileri olan ülkeler olmak üzere, bütün dünyada ve Türkiye'de 20.yüzyılda tarımdaki verim ve rekolte artışına etkisi olan en önemli faktör (girdiler) kimyasal gübrelerin ve ilaçların kullanılmasıdır. Her ne kadar verim artışına genetik materyalin tohumluk, damızlık, fide, fidan ve tarım tekniklerinin geliştirilmesinin de etkisi olur ise de, bunların toplamı, ancak gübre ve ilaç kullanımı kadar olabilmiştir. Henüz başında bulunduğumuz 21. yüzyılda ise bu konuda fikir geliştiren bilim adamları sulamanın ilk plana geçeceğini ve organik tarımın geleceğini ifade etmektedir. Özellikle Türkiye gibi ahır gübresinin yakıt olarak kullanıldığı ülkelerde (Türkiye'de kullanılan enerjinin yüzde 25'i ahır gübresine aittir.) şayet enerji ihtiyacı başka şekillerde karşılanabilir ve ahır gübresi tarımda kullanılabilirse devrim niteliğinde büyük gelişmeler olabilecektir. İçinde bulunduğumuz günlerde özellikle İngiltere gibi Avrupa Birliği ülkeleri yakın bir gelecekte, tamamı sulamaya açılacak Güneydoğu Anadolu Bölgemizde organik tarım ürünleri yetiştirmek için büyük gayretler içine girmiş bulunmaktadırlar. Türkiye'de halen sulanabilme imkanı olan 11 milyon hektar arazimizin ancak 3.5-4 milyon hektarı sulanmaktadır. GAP'taki sulanabilecek alanlar sulamaya açılabilirse sulanan arazilerimiz önümüzdeki yıllarda 6 milyon hektara ulaşacak ve Türkiye'de rekolte artacak, her türlü yetiştirme faaliyetleri gelişecektir.SONUÇ Türkiye'de ekolojik yöntemlerle üretilen ve sertifikalandırılarak iç piyasada Türk tüketicisinin tercihine sunulan organik ürün yok denecek kadar azdır.Organik ürünlerin üretimi sözleşmeli tarım kapsamında gerçekleştirilmekte ve ekolojik yöntemlerle üretilen bu özelliğin güvenilir kuruluşlar tarafından sertifikalandırılması belli bir masrafı gerektirmektedir. Bu masraf ve kısmen verim ve üretim miktarı düşüşü, satışa sunulan ürünlerde fiyat artışı olarak kendisini göstermektedir. Türkiye'de ekolojik tarımın gündeme gelmesi, gelişen çevre bilinci içerisinde üretici ve tüketicilerin talebi doğrultusunda olmayıp tamamen ihracatçıların bir reaksiyonu şeklinde olmuştır. Bu nedenle, üreticilerimizin ilgisi ekolojik tarım düşünce ve fikrinin dışında, daha fazla gelir sağlama amacına yöneliktir.Doğal kaynakların korunumu bakımından, gerçekçi bir alternatif olan organik tarımın ve yurt içerisinde organik ürün talebinin yaygınlaştırılması konusunda üreticilere finansal desteğin Türkiye'de de oluşturulması gerekmektedir. Bu konudaki destek son derece cılız, hatta yoktur. Netice olarak denilebilir ki, organik tarım yerine göre bir lüks yerine ve zamanına göre ise bir mecburiyettir.

kaynak bagcilik.org


Facebookta paylaş
Twitter'da paylaş
Google+'da paylaş!
Pinterest'te paylaş!
Yorum ekle

Yorum ekle

    • bowtiesmilelaughingblushsmileyrelaxedsmirk
      heart_eyeskissing_heartkissing_closed_eyesflushedrelievedsatisfiedgrin
      winkstuck_out_tongue_winking_eyestuck_out_tongue_closed_eyesgrinningkissingstuck_out_tonguesleeping
      worriedfrowninganguishedopen_mouthgrimacingconfusedhushed
      expressionlessunamusedsweat_smilesweatdisappointed_relievedwearypensive
      disappointedconfoundedfearfulcold_sweatperseverecrysob
      joyastonishedscreamtired_faceangryragetriumph
      sleepyyummasksunglassesdizzy_faceimpsmiling_imp
      neutral_faceno_mouthinnocent
Okunamayan kodu yenilemek için resmin üstüne tıklayınız