1. Aydınlık Düzeyi
Aydınlık düzeyi kısaca, birim alana düşen ışık akısı olarak tanımlanabilir. 1 metrekarelik bir yüzeye düşen ışık akısı 1 lm ise, bu yüzey üzerinde oluşan aydınlık (düzeyi) 1 lux ya da 1 lm/m2dir (Özkaya,2004).
Bir yüzeyde oluşan aydınlık düzeyi, yüzeyin türüne bağlı değildir. Yüzeyin yansıtma özelliği ne olursa olsun, örneğin, yüzey siyah ya da beyaz olsun, aydınlık düzeyi yalnız yüzey üzerine gelen ışık akısı yoğunluğunun bir fonksiyonudur.
Aydınlık düzeyi karanlıktan aydınlığa doğru değişmektedir. Her aydınlatma konusu için en yüksek ve en düşük aydınlık düzeyi değerleri çeşitli yapılan eyleme göre belirlenmiştir. Belirlenen bu değerlerlerin simgesi 'E', birimi lümen/metrekare (Im/m2) olarak gösterilir. Aydınlık düzeyi gereksinimi yapılan işin niteliğine, yaşa bağlı yapılan işin hızına, fon-detay arasındaki karşıtlık farkına, yorgunluk durumuna bağlı olarak da değişim gösterir (Coşkun, 2005).
Gözün görme yeteneği, aydınlık düzeyi ile bağıntılı olarak değişim göstermektedir. Gözün görme yeteneği kavramı içinde, gözün kontrast duyarlılığı, görüş keskinliği, görme hızı ifade edilmektedir. Bunlar aydınlık düzeyine bağlı olarak farklı1aşmaktadır (Özkaya, 2004).
2. Parıltı
Parıltı, doğrultuya bağlı bir büyüklüktür. Belirli bir doğrultuya göre 1 candela'lık ışık şiddeti doğuran ve doğrultuya dik düzlem üzerindeki izdüşümü 1 metrekare olan bir yüzeyin parıltısı 1 nit'dir. Parıltı L harfi ile gösterilmektedir. Birimi nit' tir. 1 nit = cd/m2' dir (Berköz, Küçükdoğu; 1991).
Parıltı, gözün kamaşmasına neden olan bir kaynağın ışıksal büyüklüğü ile ilgilidir. Bu büyüklük, kaynağın göz1em doğrultusundaki ışık şiddeti ile doğru orantılı ve şiddeti meydana getiren kaynak yüzeyinin görülen alanı ile ters orantılıdır. Bu durumda parıltı olarak ele alınan büyüklük, söz konusu doğrultuya (gözleme doğrultusu) göre ışınlama yapan bir yüzeyin bir noktasının kamaştırma durumunu karakterize etmektedir (Berköz, Küçükdoğu; 1991).
Kamaşma sağlam bir gözün dış etkenlerle geçici bir süre göremez hale gelmesi durumuna denir. Görsel çevrede yer alan yüzeylerin parıltısının, çevredeki genel parıltı düzeyinden yüksek olması durumunda kamaşma meydana gelmektedir. Uygulamadaki gerekli aydınlık düzeyini kamaşma olayı olmaksızın sağlamak oldukça güç bir durumdur. Görsel çevrede yer alan yüzeylerin parıltısının, çevredeki genel parıltıdan yüksek olması, kamaşma olayına neden olmaktadır (Özkaya,2004).
Yetersizlik kamaşması ve konforsuzluk kamaşması olmak üzere iki tür kamaşmadan söz edilebilmektedir (Berköz, Küçükdoğu; 1991).
Yetersizlik kamaşması, ışığın retina üzerinde saçılması nedeniyle meydana gelen kamaşmadır. Yetersizlik kamaşması kullanıcının görsel iş yeteneğini düşürmektedir. Yetersiz1ik kamaşması, gözün kontrast duyarlılığının düşmesi ile açıklanabildiğinden, ölçülebilir bir büyüklüktür. Yetersizlik kamaşması, kaynağının parıltısı ve görme alanı ile doğru, kaynakla görsel hedef arasındaki açı ile ters orantılı olarak değişim göstermektedir. Bu nedenle, görsel hedef ile kamaşmaya neden olan kaynak arasındaki parıltı kontrastı aşağıda önerilen önlemler ile engellenebilir:
a. Kamaşma kaynağının açısal sapmasını arttırarak; (bu sapma 40° değerine ulaştığında yetersizlik kamaşması ihmal edilebilir bir düzeye inebilir.)
b. Kamaşmaya neden olan kaynağın görülen alanını büyütme yoluyla parıltısını azaltarak, ya da kaynağı ışık yayıcı veya kesici bir elemanla maskeleyerek;
c. Görsel hedefteki aydınlık düzeyini yükselterek;
d. Görsel hedef çevresindeki çevre alan ile aydınlatılan yüzey veya detay arasındaki parıltı oranını 1/10'u ile 1/1'i arasında tutarak;
e. Çevre alan ve detay arasında yüzeylerden kaçınarak.
Konforsuzluk kamaşması sıklıkla karşılaşılan bir kamaşma şeklidir. Konforsuzluk kamaşması, kişide nesnelerin görsel algılanmasına zarar vermeksizin hoş olmayan duyulanmalara neden olan kamaşma türüdür(Ünal,2004).
Tablo 'da kamaşma katsayısı (G) değişimine bağlı olarak gerçekleşen kamaşma dereceleri belirtilmektedir (IESNA, 2000).
Kamaşma Katsayısı(G) |
Kamaşma Derecesi |
>600 |
Katlanılmaz rahatsızlık |
600 |
Hemen hemen katlanılmaz |
600-150 |
Rahatsızlık verici |
150 |
Hemen hemen rahatsızlık verici |
150-35 |
Dikkat dağıtıcı fakat rahatsızlık verici değil |
35 |
Ancak kabul edilebilir |
35-8 |
Kabul edilebilir ancak hissedilmez değil |
8 |
Hemen hemen hissedilmez |
<8 |
Kamaşma yok |
Işık kaynağı ile çevresi arasındaki parıltı kontrastı aşağıdaki öneriler doğrultusunda engellenebilir;
a. Kaynağı maskeleyerek bakış doğrultusundaki ışık şiddetini azaltmak;
b. Kaynağın konumunu bakış doğrultusundan büyük ölçüde saptırmak;
c. Çevre parıltısını, hedef parıltısından fazla olmayacak şekilde arttırmak;
d. Kamaşmaya neden olan ışık kaynağından çevresine doğru, derecelendirme yolu ile, yakın çevresinin parıltısını arttırmak (Berköz, Küçükdoğu; 1991).
3. Işık ve Renk
Renklerin algılanması, ışığın cisimler tarafından yansıtılışı ve özneden yansıyan ışınların göz yardımıyla beyne iletilmesi sonucunda gerçekleşir.
Göz tarafından algılanan ışık, retinada sinirsel sinyallere dönüştürülüp, buradan optik sinir aracılığıyla beyine iletilir. Göz, üç temel birleştirici renk olan, kırmızı, yeşil ve maviye tepki verir ve beyin, diğer renkleri bu üç rengin farklı kombinasyonları olarak algılar.
Renklerin algılanışı dış koşullara bağlı olarak değişir. Aynı renk güneş ışığında ve mum ışığında farklı algılanacaktır. Ancak görme duyumuzun uyum yeteneği sayesinde her iki koşul da aynı renk olarak algılanır.
Işık, aydınlattığı nesnenin algılanmasını sağlayan araç olarak da tanımlanır. Biz bir nesneyi ancak gözlerimiz nesnenin yansıttığı ışık tarafından uyarıldığı zaman görür ve bunu bir renk olarak algılarız.
CIE (Commission Internationale de l'Eclairage) 380 nm ile 780 nm arasındaki dalga boylarını "görülebilir" ışık olarak belirlemiştir. İnsanlar öğle ışığını "beyaz ışık" olarak algılarlar. Bu görülen ışığın 400 nm'den (mavi) 700 nm'ye (kırmızı) değişen kombinasyonlarıdır.
İnsanlar iki çeşit rengi algılayabilirler. Işık yayan bir cismin rengini "direkt renk" ve aydınlatılmış bir cismin rengi "yansıyan renk" olarak algılarlar.
3.1. Işık Rengi
Işık rengi, bir ışık kaynağının görünen rengidir. Işık rengini tanımlamak için, Kelvin cinsinden ölçülen bir sıcaklık derecesi kullanılır (Manav, 2005)
Işık kaynaklarının rengi tayflarındaki radyasyon yoğunluklarının farklı şekilde olmasına bağlıdır. Yüzeylerin renkleri ise, spektral yansıtma faktörlerine ya da geçirme faktörlerine ve cismi aydınlatan ışık kaynaklarının radyasyon yoğunluklarına bağlıdır (Berköz, Küçükdoğu; 1991).
Genel olarak cisimlerin renkleri, günışığında normal ışık rengine göre belirlenmektedir. Yapma ışık kaynaklarının ışık renklerinin günışığından farklı renkte olması cismin renk etkisini değiştirmektedir (Özkaya, 2004)
Görsel konfor açısından, çevredeki tüm nesnelerin özgün renkleri ile görülmesi hedeflenir. Özellikle, fizyolojik amaçlı aydınlatmada bu özellik temel hedeflerden biridir. Dekoratif ya da dikkati çekme amaçlı aydınlatmada ise, nesnelerin olduğundan farklı renklerde görünmesi hedeflenebilmektedir (Özkaya, 2004).
Aydınlatmada renk etkileri, ışık kaynaklarının renkleri ile aydınlatılan yüzeylerin renksel özelliklerinin etkileşimi ile ele alınmalıdır. Işık kaynaklarının renksel özellikleri, renk sıcaklıklarına ve renksel geriverim indeksine bağlı olarak tanımlanmaktadır (Özkaya, 2004).
Bir cismin gerçek sıcaklığı yerine renk sıcaklığı adı verilen bir sıcaklık kullanıldığı zaman o sıcaklıktaki cismin yaydığı sıcaklığa renk sıcaklığı denir. Renk sıcaklığı, Kelvin (0K) cinsinden ölçülmektedir. Işık kaynakları ışık rengi bakımından sıcak, orta ve soğuk renkli ışık kaynakları olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır. Renk sıcaklığı ile ışık rengi arasındaki bağlantı Tablo 'da verilmiştir.
Tablo Renk sıcaklığı ile Işık Rengi arasındaki bağlantı (IESNA, 2000)
Renk Sıcaklığı ( oK ) |
Işık Rengi |
<3300 |
Sıcak (Kırmızımsı Beyaz) |
3300-5300 |
Orta (Beyaz) |
>5300 |
Soğuk (Mavimsi Beyaz) |
Sıcak ışık kaynaklarının toparlayıcı ve doğal bir etkiye, soğuk ışık kaynaklarının doğal olmayan ve dağıtıcı bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir (Şirel, 1992).
Işık kaynaklarının renk sıcaklıkları, mekânda yaratılmak istenilen ortama, tasarım konseptine, mekanın işlevine, mekandaki diğer öğelerin renksel özelliklerine ve kullanıcını isteklerine bağlı olarak belirlenebilmektedir (Özkaya, 2004).
Cisimlerin renklerinin, gerçekteki gibi görünmesi için ışık kaynaklarının spektral niteliklerinin büyük önemi olmakla birlikte ışık niceliğinin de göz önüne alınması gerekmektedir (Özkaya, 2004).
Bir mekânda yer alan renkler, gerek mekânın algılanması açısından, gerekse kişi üzerinde yarattığı psikolojik etki bakımından farklılık göstermektedir. Bu nedenle, renk psikolojisi her tasarımcı tarafından göz önüne alınmalıdır. Renk algılanmasının zihinsel algılama olarak adlandırılan bu evresinde, gözlenen renkli nesnelerin algılanması, ayrıntıların seçilmesi ve daha önceden edinilmiş olan deneyim ve birikimlere bağlı olarak yorumlanması yer almaktadır (Berköz, Küçükdoğu, 1991).
3.2. Renksel Geriverim
Kullanılan yere ve görüş amacına bağlı olarak, yapay ışığın, renk algılamanın olabildiğince hassas gerçekleşmesini (gün ışığında olduğu gibi) sağlanması gerekir. Bunun için ölçüt, bir ışık kaynağının renksel geriverim özellikleridir. Bu özellikler "Genel Renksel Geriverim Endeksi" de Rа olarak ifade edilirler. Ra = 100 değerine sahip bir ışık kaynağı tüm renkleri, referans ışık kaynağı altındaki gibi optimal gösterir. Ra değeri azaldıkça renklerin doğru olarak yansıması da giderek azalacaktır.
Işık kaynaklarının aydınlattıkları cisimlerin renklerini ayırt ettirebilme özellikleri renksel geriverim indeksi Ra ile belirlenmektedir.
4. Gölge
Işık, yayılma doğrultusu üzerinde herhangi bir engelle karşılaştığında, engelin altında aydınlanmamış (karanlık) bir alan yani gölge oluşur. Bunlar sert, yumuşak gölgeler ve kara, saydam gölgeler olarak iki ana grupta tanımlanır.
Sert gölge, gölgeli alandan gölgesiz alana birdenbire geçen ve sınırları kesin olan gölgedir. Yumuşak gölge ise sınırları kesin olmayan gölgedir. Bu tür gölgede gölgeli alandan gölgesiz alana gölgenin giderek yok olması ile geçilir yani yarı gölge oluşur. Gölgelerin sert veya yumuşak olması ışık hem kaynağının boyutuna hem de engelin, kaynakla ve gölgenin düştüğü yüzeyle arasındaki uzaklığına bağlıdır.
Saydam ve kara gölge ise, bir ışık kaynağının oluşturduğu gölge alanın, gölgeyi oluşturan ışık kaynağının dışında, başka bir ışık kaynağından ya da çevredeki yüzeylerden yansıyarak gelen ışıklarla aydınlanması ya da aydınlanmaması durumunda kaynak türü, konumu, sayısı ve özelliklerinebağlı olarak oluşur. Saydamlık veya karanlık, gölge alan ile aydınlık alanın aydınlık düzeyleri arasındaki ayrımın büyüklüğüne göre değerlendirilir.
Gölge alanla aydınlanmış çevre alanın aydınlık düzeyi arasındaki oranın 1/20'den küçük olduğu durumlar, kara gölge olarak adlandırılır. Kara gölgeli aydınlıklarda gölge (karanlık) ve çevre alan (aydınlık) arasında siyah ve beyaz gibi büyük karşıtlıklar oluşur. Gölge alana gelen ışık arttıkça yani gölge alan ile aydınlanmış çevre alan arasındaki aydınlık düzeyi farkı azaldıkça gölge karanlıktan uzaklaşır ve giderek saydamlaşır (Ünver, 2001).
Eğer gölge alan ile çevre alan arasındaki aydınlık düzeyi farkı çok az ise aydınlık ve karanlık ayrımı belirgin bir biçimde yapılamaz, gölge alan ortadan kalkar. Sert ve yumuşak gölge kaynak, engel ve aydınlanan yüzey arasındaki ilişkilere yani bunların konum ve boyutlarına, saydam ve kara gölge ise aydınlanan alan ile gölge alan arasındaki aydınlık farklarına bağlı olarak oluşur.
Saydamlığı gereği gibi ayarlanmış bir aydınlık, iyigörme koşullarını sağlar. Gölgelerin saydamlaşması için, iç yüzeylerin beyaz ya da açık renkli olması gerekir. Tasarımcılar aydınlatmanın temel malzemesi olan ışığı biçimlendirirken, gereksinimler ve yaratılmak istenilen estetik ve mimari vurgulamalar bakımından düzenlemek durumundadır.
Aydınlatma tasarımı, görme alanındaki aydınlık ve karanlık parçaların özelliklerini ve ilişkilerini düzenlemektir. Bu düzenlemede, çevrenin görsel yolla anlaşılır duruma getirilmesi ve iyi bir görüntü elde edilmesinin yanı sıra görüntünün belli estetik ve mimari kurallara uygun olarak oluşturulması da hedeflenmelidir. Belirtilen hedefe ulaşabilmek, aydınlık ve karanlık parçalar arasındaki dengeyi doğru kurabilmek ancak aydınlatan ışığın doğrultusal yapısı ve bu yapıya bağlı olarak oluşacak gölgelerin niteliklerinin konunun gereksinimlerine uygun saptanması ile olanaklıdır (Ünver, 2001).
Sert gölgeli aydınlıklar bükey yüzeyleri bulunan nesnelerde yanlış algılamalara neden olarak, yanıltıcı görüntülere yol açarlar. Örneğin koni, piramit gibi algılanabilir, insan yüzünün yuvarlak hatlı görüntüsü sertleşir, fazladan çizgiler oluşur. Kara gölge çarpıcı, dikkat çekici etkiler yaratmakla birlikte görsel algılamada eksikliklere yol açar. Yumuşak gölgeli aydınlıklar ise, genelde her türlü yüzey için doğru ve doğal görüntüler oluşturur.
Kaynak: DEDEOĞLU,İ.,2006"Kentsel Yeşil Alanların Gece Kullanımında Aydınlatmanın Önemi ve Yöntemi :Gülhane Parkı Örneği" Bahceşehir Üniversitesi Fenbilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi
Facebookta paylaş
Twitter'da paylaş
Google+'da paylaş!
Pinterest'te paylaş!