Merhaba dostlar!
Bu yazı serisini yazarken zaman zaman strese girdiğim oldu. İçinizden “- Hani stres iyi bir şey değildi ve girmemek bizim elimizdeydi!? ” diyenleriniz mutlaka vardır. İnanın, bende olsam muhatabıma böyle bir soruyu kesinlikle sorardım. Evet, gerçekten de sorardım ve de çok makul bir soru olurdu bu. İzin verin açıklayayım.
Hatırlarsanız, stresin faydalı olan kısmından bahsetmiştik. Tıpkı bazı felçli hastalara uygulanan tedavide, son derece zehirli bir yılanın zehrinin kullanılması gibi. Ama bu zehrin dozu çok düşüktür. Malum, oldukça zehirli bir yılandan alınıyor. Ya da serumdan bir örnek verelim; herkes bilir ki serum, zayıflatılmış ve gücü azaltılmış mikrop sıvısından başka bir şey değildir. Ama hastalıklara direnç kazanmak için doktorların daha doğumdan itibaren bizler üzerinde kullandığı bir koruyucu tedavi metodudur.
İşte bunun gibi sevgili dostlar, stresin de dozajı iyi ayarlandığında, hayatımızın lokomotifi olabilir. Yaşamımız renklenir. Eğitimlerde yaptığımız “topluluk önünde konuşma egzersizleri”nde (istisnaları saymazsak) herkes bana “- Hocam bana taş taşıtın, ama arkadaşların önüne çıkartmayın. Heyecandan ölecek gibi oluyorum. Çok geriliyorum. Ne olur başkası çıksın.” türünden yalvarma ve ricalarıyla karşılaşırım. Onlara bunu çok normal olduğunu, herkesin bu süreçten geçtiklerini söylüyorum. Eğer heyecanlanmazlarsa işte o zaman işimin daha zor olduğunu anlatıyorum. Gerçekten kontrollü bir heyecanı olmayan insanın, karşısındakini etkilemesi oldukça zordur. İstisnai olarak, doğuştan yetenekli güçlü sosyal kişiliği olanlar var. Ama bu genel sonucu değiştirmiyor. Sizi temin ederim, sayısını hatırlayamayacak kadar çok eğitim semineri vermeme rağmen, şimdi bile heyecanlanmadığım seminerim yok, olmayacak da. Bu heyecan (dolayısıyla gerilim) bizi diri tutan, karşımızdaki insanlarla olan diyalogumuza renk ve canlılık katan faydalı bir duygudur.
Batılı düşünür Hans Seyle; “Stres, organizmanın herhangi bir duruma karşı gösterdiği sıra dışı bir tepkidir.” diyor. O halde organizmamızın, bir tehlike seziyor ve buna tepki veriyor olmasının ne zararı olabilir ki? Mesela sadece kızarak tepki verebileceğimiz bir olaya, daha da öteye giderek öfkelenip çılgına dönerek tepki vermemiz sizce ölçülü bir davranış olur mu? Elbette olmaz. Bilirsiniz ki Kızmak da üzülmek gibi insani bir duygudur. İnsanın kendini savunma refleksidir. Ama dikkatli kullandıkça bize fayda sağladığı gibi, aşırıya giderek kantarın topuzunu kaçırırsak, çok kötü sonuçlarla karşılaşmamız şaşırılacak bir şey değildir. Örneğin onursal alanımıza, haysiyetimize yapılan saldırılara ölçülü tepki vermemiz son derece normaldir ve gereklidir. Fakat bu tepkinin ölçüsü, yapılan saldırıya orantılı olmayıp aşırıya kaçmamalıdır.
Tepki diyince, çoğu insan kavga ya da olumsuz bir diyalog olarak algılıyor. Hâlbuki tepki; olay ya da insanların yaptıklarına karşı, kendi düşüncemizi cesaretle ortaya koymaktır. Uyuyan birinin burnuna dokunsanız, o bile buna tepki verir. Dolayısıyla, asıl tepkisizlikten korkmak gerek diye düşünüyorum. Ancak tepkimiz kişinin şahsıyla alakalı değil, yaptıklarıyla alakalı ve ölçülü olmalıdır. Faraza hiç bilmediği veya zararlarını kestiremediği bir şeyi yapan çocuğa gösterilen aşırı olumsuz tepki, hele onun kişiliğini taciz ederek yapılmışsa, durum daha da vahimdir.
Kontrolcülük, genellikle hayatını kontrol edemediğini düşünen insanların sergilediği bir tutumdur. Siz siz olun, kontrolü ele almak için kontrolden vazgeçin. Böylece her şeyi kontrol edemeyeceğiniz gerçeğiyle, harekete geçme dürtünüzü dengeler ve kendinizi daha iyi hissedersiniz. Bir yazısında Csikszentmihalyi diyor ki; “İnsanın korunmacı güvenlik ağlarından vazgeçmeden, hayatının kontrolünü eline alması mümkün değildir. Kişinin, kontrolü elinde bulunduğunu hissedebilmesi, ancak kesin olmayan bir sonuç söz konusu olduğu ve bireyin o sonuca etki edebilme imkânı bulunduğu durumlarda mümkün olur.” Gerçekten de müdahale etmeyip (veya edemeyip) zamana bıraktığınız birçok problem, kendiliğinden çözülecektir. Usta biniciler, durmak istediklerinin haricinde atın dizginlerini asla gergin tutmazlar. Bu atın kendi iradesini kullanarak koşmasına ve aynı zamanda onun işinin kolaylaşmasına fayda sağlar. Hayata dair bir eğitimci arkadaşımın 4. makalemdeki sözünü hatırladınız mı? Hatırlamayanlar yazıyı tekrar kontrol edebilirler.
Buradan tüm idarecilere bir tavsiyem olacak; araştırmalar, herhangi bir organizasyon içerisinde yapılacak işlerin kontrolü çalışanlara devredildiğinde, başarının % 70 arttığını, dolayısı ile iş stresinin azaldığını göstermiştir. Sevgili anne ve babalar; sizler de birer idarecisiniz, işleri delege edin. Ailenin tüm bireylerine dağıtın. Göreceksiniz, eğer buna cesaretle devam ederseniz, işler size eskisi kadar yük olmayacak. Küçük Ali, her zaman odasını toplayacak, bıcır Betül bulaşıkları makineye dizmesine yardım edecek. Evin afacanı Mehmet, neşeyle sürahiyi annesine uzatacak, ergenlik fırtınaları ile çalkantılı bir dönem geçiren Okan çok daha az asileşecek, katılımcı ve paylaşımcı olacak. Yeter ki siz sabırla uygulayın. Bu konuyu daha ayrıntılı bir şekilde çocuk ve ebeveyn ilişkilerinde işleriz. Mesela aile toplantılarının önemini ne kadar dikkate alıyoruz?
Stresin her türlüsü zararlı değildir. Her insan motive olabilmek için belli bir miktar strese ihtiyaç duyar. Heyecanlanmayan bir damat adayı düşünün, onun için kısmetin gerçekleşmesi daha zordur. Tecrübeyle sabit. Aslında en tehlikeli stres, yetersiz olan strestir. Yani stressizlik, en büyük strestir. Günümüzde “emeklilik hastalığı” diye tabir edilen bir rahatsızlık tıp dünyasında yerini aldı. Bu, yıllarca sorumluluk ve koşuşturmanın verdiği yoğunluğun birden ortadan kalkması ile ortaya çıkar. Kısaca tarifi budur. Uzmanlar, emeklilikten sonra eski tempoda olmasa da herkese bir uğraş, bir meşgale tavsiye ediyorlar. Demek ki “bir parça stresin olması iyidir.” fikrini artık kabul etmemiz lazım. Aslında olumsuz stres, çok az veya çok fazla olması durumlarda ortaya çıkar. Olumlu stres ise, yeterli derecede gerilim hissedip motive olduğumuz durumlarda ortaya çıkar ve en verimli şekilde çalışmamızı sağlar. Olumlu ve olumsuz stres arasındaki sınır, kişisel olgunlaşmanın meydana geldiği denge noktasıdır. Zaten huzurlu ve başarılı yaşam da “denge kurma sanatı”ndan başka bir şey değildir. Her şeyin aşırısından kaçınmak gerek. Takdir edersiniz ki, stresin de aşırısını bundan ayıramayız. Sizce de öyle değil mi? Yapılan araştırmalar, hastalıkların yaklaşık % 75’inin, yönetilemeyen stres nedeni ile meydana geldiğini veya olan hastalığın kötüleşmesini oldukça hızlandırdığını göstermiştir.
Ne dersiniz, bu haftalık bu kadarla yetinelim mi? Ama haftaya stresin belirtilerini bir testler zinciri ile inceleyip, herkesin bu belirtiler çerçevesinde kendini şöööyle bir yoklama imkânı sağlayacağız. Hepinize yetecek kadar başarı, paylaşacağı ve mutlu olacağı bir hayat diliyorum. Hoşça, umutla, sevgiyle kalın…
İsmail Hakkı Kar
İnsan İlişkileri Ustası
Facebookta paylaş
Twitter'da paylaş
Google+'da paylaş!
Pinterest'te paylaş!