SEN BAHANE ARIYORSUN!
Merhaba dostlar!
Bir zamanların çok popüler bir şarkıydı; “boş ver boş ver arkadaş…” diye başlayan, kanadı kırık sevdalılar için yazılmış bir şarkı vardı. Artık bu günlerde söylenmese de, otuz yaş üstü olanlar çok iyi hatırlar. Şarkının sözleri, bize bu makalede anlatacaklarımızı kısmen aktarmaktadır.
Bu hafta sizlerle dördüncü adımı; “B” boş vermeyi konuşalım. Bilirsiniz; boş vermeyi çoğumuz “vazgeçmenin”, “yılgınlık göstermenin” ve bilumum tüm cesaret kırılmışlığının özeti olarak anlarız. Peki, stres için bu geçerlimi? Evet, ama ilk akla geldiği gibi değil. Esnek olarak ve olaya daha iyi intibak edebilmek, kavramak ve hâkim olmak için yapılırsa anlam kazanır. Bu da, gerektiğinde beklentilerimizden vazgeçerek ve planlarımızı yeni duruma göre değiştirmek için gereklidir. Yani bu değişiklik hedef ve gayemizde değil, uygulama biçimimizde düzeltmelere, düzenlemelere gitmektir. Diyor ki Albert Einstein; “Bir şeyi tekrar tekrar deneyip, farklı sonuçlar ummak kadar belirgin bir delilik yoktur.” Sonuca giden tek yol mu var? Eğer öyle olsa, yüce Yaratan İnşirah suresi 5. ayetinde “Muhakkak zorlukla beraber kolaylık vardır” diye bize adeta “nasihat” eder miydi?
Benim ağabeyim, el becerileri yönünden muhteşem yetenekleri olan biridir. Bir şey tamir edecek olsa ve elinde gerekli olan yeterli malzeme bulunmasa bile, akla hayale gelmeyecek eşyalarla mükemmel sonuçlar alır. Bu durum, aile içinde gündeme geldiğinde benim beceriksizliğim, onunsa üstün kabiliyeti (çocuk gelişimi için son derce sakıncalı olduğunu belirtelim) mukayese olurdu. En sonunda kabullenmişlik psikolojisi ile “nasılsa benim elimden bir şey gelmiyor” diyerek (klasik olarak) boş vermeyi kendime çıkar yol seçmiştim. Bu “boş veriş”, sizce doğru bir boş veriş mi? Bana kalırsa hayır.
Bununla alakalı kendi hayatımdan kötü bir örnek vereyim. Ama sonunda doğru olanı yaptığımı da belirtmek isterim. Hiç unutmam, daha yeni evliydim. Aksilik bu ya, evin musluk contasının bozulacağı tuttu. Doğal olarak eşim tamir etmemi istedi. Bu durum, onun için basitçe halletmem gereken bir şeydi. Belli ki beni, elinden her tür tamir işi gelen kayınpederim ile karıştırmıştı. Arızayı şipşak halledeceğimi düşünüyordu. Oysa ben bu kadar basit bir işi bile, hayatım boyunca hiç yapmamıştım. Ama bunu eşime (erkeklik egosu ve yeni evli olma hassasiyeti ile) söyleyemiyordum. Hep bir mazeretlerle işi erteleyerek bir hafta geçirmiştim. Arıza iyice artınca, bir tamirci çağırmaya karar verdim. Tam telefon edecekken, bu kadar basit bir arıza için gelen tamircinin “beceriksizin önde gideni!” yaftasını boynuma astığını hayal ettim. Hem para ver, hemde böyle bir yaftayı boynuna astır. Olacak şey değil! Öyle ya, bu kadar basit bir işi kim olsa yapar. Kendimden utandım ve hemen musluk anahtarını elime aldım. Tamamen bozulursa, yeni bir musluk alırım diye geçirdim içimden. Üçüncü denememden sonra arızayı giderdiğimde, karne hediyesi olarak kendine bilgisayar alınan çocuklar kadar sevinçliydim. Oysa sadece basit bir conta tamiri yapmıştım. Bu olay, benim hayatımda adeta milat olmuştu. Kazandığım özgüvenle, aslında her erkeğin yapabileceği bu işleri yapabileceğimi kavradım. Bu gün, yapılabilecek tüm basit tamirleri becerebiliyorum. Çok yetenekli miyim? Hayır. Ama bir ustanın on dakikada yaptığını yirmi dakikada halledebiliyorum. Böyle olmakla beraber ustalık yaparak hayatımı kazanmamın çok zor olduğunu da biliyorum.
Maalesef birçok insan, geçmişte yaşadıkları hayal kırıklıklarını, üzüntülerini ve anlaşmazlıkları geride bırakmayı seçiyor. Bu tavır, onları geçmişte yaşamaya mahkûm ediyor. Önceki yazılarımızda bahsettiğimiz gibi gerek geçmişe, gerek geleceğe odaklanarak şimdiki yaşadıklarını unutarak, adeta strese “davetiye” çıkarmış oluyorlar. Bu geçmişte yaşamaya devam etme eğilimi, onların nefret, hayal kırıklığı ve hüsran gibi duygularını canlı tutarak, çevrelerindeki insanlara da “stres” bulaştırabiliyorlar. Durduk yerde sakin bir insanın, bir süre sonra onun gibi davrandığını hiç görmediniz mi? Unutmayın; “davranışlar, davranışları doğurur. Davranışlar bulaşıcıdırlar!”
Gün boyu birçok duygu yaşarız. Kafamızda, bu duyguların bir kısmı olumlu, bir kısmı ise olumsuzdur. Bu şekilde, herhangi bir duygunun başka bir duygudan daha az arzu edilir olduğu düşüncesine kapılırız. Aslında, duygular sadece hissettiğimizden başka bir şey değildir. “İnsan tecrübesi” denen olgu, geniş duygu yelpazemizin önemli bir kısmını oluşturur. Çaydanlıktan eli yanan çocuk, kendine gelecek zararı, geçmişteki benzer olumsuz olayı hatırlayarak ve hissederek tecrübe sahibi olur. Işığın varlığı, karanlığı anlamlı kıldığı gibi, üzüntünün varlığı da mutluluğun varlığını anlamlı kılar. Bu nedenle, problemleri ve buhranı (stres) doğuran şey duygular değildir. Gerçekte strese yol açan, bu duygulara yüklediğimiz anlam ve bu anlamlara kendimizi derinden kaptırmamızdır.
Firmalardan birinde personele eğitim veriyordum. Katılımcı beyefendi, bize yaşadığı bir anısını anlatmıştı; “Eski iş yerimizde bir arkadaşımız vardı. Herkesle, ama herkes ile mutlaka bir tartışması olmuştur. Bir ara çok dikkatimi çekti ve özellikle gözlemlemeye başladım. Sabah temizliğini yapan hizmetlimiz; “- Harun bey, şu an çöpe atacağınız bir şey varmı? Eğer yoksa çöpü yenisi ile değiştiriyorum.’ dediğinde, Harun bey küplere bindi. Efendim kendi çöpünden ona neymiş! Görevi gereği boş bile olsa değiştirmeliymiş. Aslında kendisine çok çöp çıkardığını ima ederek, onunla alay etmek için bunu söylemişmiş.. Hâlbuki Harun Bey, bizimde dikkatimizi çekecek şekilde akşamdan atması gereken çöpleri, kovalar temizlendikten hemen sonra atmayı adet haline getirmişti. Adeta görevli arkadaştan intikam alırmışçasına yapardı bunu. Temizlik görevlisi bayan, oracıkta kala kaldı. Şoke olmuş bir vaziyette hıçkırarak ağlamaya başladı. Eğer biz olaya müdahale etmesek, daha da kötü olacaktı. Kaldı ki hizmetli hanım, Harun beye sorduğu soruyu rutin olarak bize de sorardı. Eğer varsa çöpümüzü atar, yoksa teşekkür ederek işimize devam ederdik.”
Görüldüğü gibi başkalarının tarafsız kaldığı veya pozitif etkilendiği bir hadiseden, bazıları olumsuz anlam çıkararak, negatif sonuçlara varması tamamen bakış açısı ile alakalı bir şeydir. İçinizde kaç üzüntü, kırgını, öfke taşıyorsunuz ve nereye kadar taşıyabileceksiniz? Para, bilgi, eşya biriktirmek iyidir belki. Ama yaşadığımız olumsuz duygular için aynı şeyi söylemek mümkün mü? Affetmeyi öğrenmeli, bunu en önemli alışkanlığımız haline getirmeliyiz. Ne öfkeyle yaşamalı, ne de intikam almalıyız; bu duygularımızı serbest bırakmalıyız. Onlardan uzaklaşmalıyız. Çünkü vazgeçmez, hayatımız boyunca beraberimizde taşırsak, bu sadece kendimizi kötü hissetmemize yarar. Ama karşılaştığımız sorunları halletmemizde hiçbir katkı sağlamaz. Sadi Şirazi; ‘’Öfkenin ateşi, önce sahibini yakar.‘’ diyor. Öfke, kırgınlık ve kızgınlık duydusu intikamı, affedip bağışlamak ise sevgiyi çoğaltır. Sizce tüm erdem sahibi insanların yapılan kötülüğü unutup, iyiliği ise asla hatırında çıkarmaması boşuna mı?. İçinizde ‘’biz onlar gibi olamayız, onlar özel insanlardır’’ diyenleriniz olabilir. Bu ilk bakışta doğru gibi görünse de, her seminerimde kullandığım bir sözüm var; “bizler realiteyi (gerçekleri) göz ardı etmeden, ideale doğru yürümeliyiz, koşmalıyız.’’ Atalarımızın ‘’damlaya damlaya göl olur, damlacıktan sel olur’’ sözünü ne çabuk unutuyoruz?! Kanaatimce bu değişmez kural, olumlu veya olumsuz şeylerin çoğalmasında aynı oranda etkilidir.
Mesai arkadaşınızın veya komşunuzun bir talebinize gösterdiği anlamsız aşırı tepkiyi anlamaya çalışın. Size yaşadığım bir hadiseyi aktarayım; İ.E.T.T. şoförlerine verdiğim eğitimlerde bana en çok şikâyet ettikleri şey, sürekli problemli insanlara karşılaşmak ve haksızca hakaretamiz davranışlara muhatap olduklarından dert yanmalarıydı. Onlara; “- belki hepsi için söylemek zor ama kim bilir; arabanıza binmeye çalışan yolcunuz, yakınının ölüm haberini on dakika önce almış olabilir. Eşiyle veya yakın arkadaşıyla çok şiddetli bir kavgadan hemen sonra sizinle karşılaşmıştır. Borcunu ödeyememekten dolayı evine haciz gelmiş veya çocuğunun bir kaza sonucu komaya girdiğin öğrenmiş ve bu ruh hali ile arabanıza adımını atmış biri olamaz mı? Bunu nerden bilebilirsiniz ki?” demiştim. Tüm şoför arkadaşlar bu söylediklerime hak vermiş, bana çeşitli anılarını aktarmışlardı. Sevgili dostlarım; Unutmamak lazım ki, sebepsiz fevri (saldırgan) davranışlarla karşılaşmışsak, sakinliğimizi muhafaza etmeliyiz. Karşımızdaki kişi zaten kendini mahvetmiş. Neden bizi de perişan etmesin? Tıpkı hızla akan selin önünden, tedbir için hemen çekilmemiz gerektiği gibi çekilmeliyiz. Ona ‘’empatik’’ bakış açısıyla yaklaşarak, anlamaya çalışmalıyız. Bunu yaparken, öfke anını geçmesini beklemeyi sakın unutmayın. Hatırlayın, daha önce ne demiştik? “öfkeli insanın aklı yoktur. Geçici olarak özürlüdür.” Yani bir anlamda meczuptur. Bunu nasıl mı yapmalıyız? Onu da bir başka yazımızda işleriz.
Lokman Hekim’ in oğluna nasihatini, hepimiz için temenni ediyorum. Diyor ki; ‘’Oğul! Ayağını sıcak tut, başını serin. Oturup düşünme öyle deriiin derin.’’ Herkese sağlıklı, mutlulukla dolu, esenlikli ve başarılı bir hafta diliyorum. Umut ve sevgiyle…
İsmail Hakkı Kar
İnsan İlişkileri Ustası
Facebookta paylaş
Twitter'da paylaş
Google+'da paylaş!
Pinterest'te paylaş!