SEN BAHANE ARIYORSUN!
Merhaba dostlar!
Kimilerine göre normal, kimilerine göre ise oldukça uzun bir yazı dizisi oldu. İnanın, bu kadar süreceğini ben bile tahmin etmemiştim. İlerleyen tarihlerde, bu konuyu daha geniş perspektiften ele aldığım kitaplaşmış hali ile tanışacaksınız. Ama bu zaman alacak. Bilirsiniz ya, iyi şeyler hemen oluşmuyor. Hemen söyleyeyim; iyi şeyler yapmak için ben bu meşakkatli zaman dilimine ve azimle çalışmaya razıyım. Ya sizler bunları paylaşmaya razı mısınız? Gıyabınızda “evet” dediğinizi kabul ediyorum. Çünkü okuyanın az olduğu bir toplumda, bu sütunlarda buluşma şevkini, gayretini gösteriyorsunuz. Bana gönderdiğiniz maillerden ben bunu anlıyorum. Biliyorum ki, bu paylaşımlarla kalitemiz artacak, münevver bir toplum olacağız. Bu günler uzak değil. İnşaallah bunu başaracağız, başarmak zorundayız!
Nedense yönetmek denince hemen akla bizim dışımızdaki insanlar gelir de, kendimizi yönetmek gelmez. Tuhaf bir durum. “Yedi düveli” yönetmeye talip oluruz, ama iş kendimizi yönetmeye gelince, bu bize saçma gelir. Oysa kendini bir düzene sokamayan insan, nasıl başkalarını düzene sokabilir ki? Lao Tsze; “Başkalarını bilen kimse bilgili, kendini bilen kimse akıllıdır.” diyor.
Vaktiyle bu Dünya’nın gidişatını beğenmeyen bilge bir adam varmış. Bu dünyaya yeniden bir şekil vermek, olumsuzlukları gidermek lazım diye düşünmekteymiş. Kolları sıvamış uzun soluklu ve çetin bir mücadeleyle geçen yıllardan sonra bunu başaramayacağını anlamış. Kendi bölge ülkeleri ile sınırlı bir mücadeleye devam etmiş. Bunun da imkânsız olduğunu görünce sırasıyla, kendi ülkesini, şehrini, kasabasını, mahallesini, akrabalarını ve derken kendi ailesini düzeltme yoluna gitmiş. Yine uzun seneler süren bu mücadelesinden sonra, sonuç pek de değişmemiş. Hani derler ya; aynı tas, aynı hamam… işte o hesap. Nihayet anlamış. “- Bu çabalarım beyhude” diye geçirmiş içinden. Dünyayı düzeltmenin yolu, aslında çok basitmiş; kendini düzeltmek… Bu meşakkatli çabalarından sonra görmüş ki, kendisinde de saymakla bitmeyecek eksiklikler var. Ne kadar hayıflansa sonuç değişir mi? Değişmez tabi. Ama artık çözümü biliyormuş. Tüm düşüncelerini ve yaptıklarını tek tek gözden geçirip, aydınlanmaya, bilinçlenmeye kendinden başlamış. Ya sizin yönteminiz nedir, dünyayı kurtarmak mı? Sahi siz önce odayı, sonra kendini ısıtan “soba“ gördünüz mü?
Geçen hafta bahsettiğim gibi, bu hafta yazı dizisinin sonuna geldik. Son büyük adımı, “Y” (Hayatını Buna Göre) YÖNET ile bunu yaparız. Aslında İşin özeti, daha önce saydığımız adımlardaki kuralları hayatımıza uygulamamızdır. Stres altında olduğumuzu fark ettiğimizde iki seçenekle karşı karşıya kalırız. Aktif olarak stersimizi yönetme yolunu seçeriz veya onunla mücadeleye kalkışırız. Önceki adımlarda stres kaynağını nasıl kullanabileceğimizden ve nasıl tepki verebileceğimizden bahsettik. Şimdi ise sağlıklı yaşam tarzı ile topyekûn direncimizi nasıl artırabiliriz, onu konuşalım.
İçinde bulunduğumuz durumu değiştirme, değiştiremediklerimizi kabul etme ve boş verme yönündeki tüm çabalarımıza rağmen, stres yaşayacağımız zamanlar mutlaka olacaktır. Güneşli bir havada, gölgede duran insan sıcaklıktan tamamen kurtulabilir mi? Yaşam tarzımıza olumlu davranışlar katmak, bu kaçınılmaz stersi göğüslemek için bizi hazırlıklı kılacaktır. Bu davranışlarımızı çoğalttıkça, yaşamın zorluklarına karşı koyma gücümüz artacaktır.
Aslında bunun çok kısa yoldan halletmemize yarayacak pratik yöntemler var. Canın mı sıkkın? Yak bir sigara. Yetmedi mi? Bir duble içki iç, iyi gelir. Hala rahatlayamadın mı? Bir doz uyuşturucu da fena fikir değil. Bunun yanında etrafa saldırıp adeta terör esirebilir, tüm sıkıntılarımızdan kurtulabiliriz. Aşırı para harcayarak kendimizi iyi hissedebiliriz. Bize bu sıkıntıyı yaşattığına inandığımız insanlar için kin ve nefret dolu duygularımızı daha da arttırabiliriz. Hatta Bizden zayıf durumda olan insanları mahvederek, tüm hıncımızı onlardan çıkarabiliriz. Yakın olduğumuz insanlara halimizden yakınarak kendimizi acındırabiliriz. Yaptığımız işi pasif direnişle yavaşlatabilir, genel işleyişin aksamasından sadistçe keyif alabiliriz. Bunlarda stresimizi dağıtmak için birer yöntem. Ancak, kalıcı sonuçlarını düşünmezsek tabi.. Bu saydığımız örnekleri kullanan tanıdıklarınız var değil mi? “- Hem de ne kadar çok!!” dediğinizi duyar gibiyim. Bu ve benzeri seçenekleri kullanan dostlarınıza lütfen bu yazı dizisini okutun. Hepsini yapamasalar bile, yaptıkları ile yol aldıklarını göreceksiniz. Daha da iyisini söyleyeyim mi? Bunları siz hayatınıza uygulamaya, tatbik etmeye gayret edin. Duymuşsunuzdur. Atalarımızın diyor ki; “ lisan- i hal, lisan-ı kal’ den evladır. Yani “yaşamak, söylemekten daha tesirlidir. “ demek istiyorlar bize. İnsan inandığınız gibi yaşamazsa, yaşadığınız gibi inanmaya başlıyor. Bununla ilgili başta Ayet-i Kerimeler olmak üzere, Hadis- i Şerifler ve bir çok filozofun söylenmiş sözü var.
Yukarıda saydığımız çözümlerin en iyi (aslında kötü) tarafı çok kısa süre işe yaramalarıdır. Diyelim ki, sıkıntıdan sonra bir sigara yaktınız. Dumanını tel tel havaya savururken rahatladınız. Peki, bu rahatlamanız, yaşadığınız sıkıntıyı kökünden giderecek mi? Ya da stersinizi azaltmak için alışverişe çıktınız (tabi yeterli paranız varsa) bir şeyler aldınız, mutlusunuz. Ama sizin sterse girmenize sebep olan sıkıntılarınız oracıkta durmuyor mu? Tekrar bir şeylerle avunma yoluna gitseniz bile, bu durum ne zamana kadar devam edecek. Tamam, hemen işe yarıyor(muş gibi) olması bizi yanıltmasın. Sonuçta problemlerimiz hala kucağımızda duruyor olması, ne kadar can sıkıcı değil mi?
Bahsetmiştim ama yine aklıma geldi ve tam da bu konuya örnek. Hocanın şu meşhur hikâyesini duymuşsunuzdur; hazret bir şeyini kaybetmiş, evin önlerinde ararken meraklı komşusu ne aradığını sormuş. Aradığı eşyasını söyleyince, komşusu ona tam olarak nerede kaybettiğini sual etmiş. Hoca da mahzende kaybettiğini söyleyince, artık siz komşudaki şaşkınlığı tahmin edin. “- A be hocam! Hiç mahzende kaybolan şey, evin önünde aranır mı?” demesiyle, “nüktedan” hoca taşı gediğine koymuş: “ -Biliyorum komşum. Ama ne yaparsın, orası pek karanlık. Burada günlük güneşlik yerde aramak daha kolay geldi “ demiş. Sakın ola ki biz de bunun gibi karar vermeyelim. Bu sokak, çıkmaz sokak.
Bazılarımızın sabah kahvaltısı alışkanlığı hemen hemen hiç yoktur. Oysa biliyoruz ki, aç karnına kan şekeri düşer. Bu da insanda farkında olmadan potansiyel asabiyet oluşturur. Küçük bir gerilimde insanın kimyası karışıverir. Bununla birlikte, diğer öğünlerde protein, vitamin yönünden zengin ve çeşitli gıdaları düzenli almak gerek. Özellikle gerilimli ortamda çalışmak zorunda olan dostlar tavsiyemiz, nane, ada çayı, ıhlamur, papatya v.b, gibi sinir sistemini rahatlatıcı bitkisel çaylardan istifade etmeleri. Yüzlerine kan dolaşımını rahatlatacak pratik masaj yapmaları.
Yemeklerimizde sebze ağırlıklı menülere mutlaka yeteri kadar yer vermeliyiz. Özellikle çocuklarımız, bu alışkanlığı bizden görerek geliştirdiğini unutmamalıyız. Ülkemizde balık tüketimine verilen önem maalesef oldukça azdır. Bunu tamamen ekonomik sebepler bağlayamayız. Çünkü gelir durumu iyi olan ailelerin de tüketim oranları, dünya standardının oldukça altında kalmaktadır. Uzmanlar, birçok balık türünün insanın vücut direncini her yönü ile muhteşem bir şekilde arttırdığını söylemektedirler. Hatta bazı önemli gıdaların, sadece deniz ürünlerinde olduğunu da hatırlatalım.
Özellikle büroda çalışan, ev içinde çok sınırlı hareketlerle işlerini gören hanımlar pratik egzersiz hareketleri ile gerilen kaslarını esnetmelidirler. Bu hareketlerin büyük bir kısmının ibadet eden insanlar açısında uygulandığını yine uzmanlardan öğrenmekteyiz. Uzak doğunu “yoga”sının birçok rahatlatan özelliklerini namaz kılan insanların sahip olduğunu söylemek sürpriz olmasa gerek. Fakat bu hareketlerin nizami, düzgün bir şekilde yapılması şartı ile.
Çalışma temponuzda, zaman zaman kısa molalar vermelisiniz. Ne mi yapabilirsiniz bu aralarda? Mesela kitap okuyabilirsiniz. Ofis ortamında gezinebilirsiniz veya dışına çıkarak, tebdili mekân yapabilirsiniz. Bir dostunuzu arayıp yada yanına gidip, kısa bir sohbetin size sağlayacağı rahatlamaya inanın siz de şaşıracaksınız. Bazen ayağa kalkıp, cam kenarında dışarıyı izlerken derin derin nefes alıp verebilirsiniz. Bunu yaparken aldığınız nefesi yavaş yavaş içinize geçip, iki üç saniye beklettikten sonra yine yavaş yavaş verin. Bu hareket, insanı müthiş gevşeten bir aktivitedir. Kısaca buna diyafram solunumu diyorlar.
Gülümsemek için adeta bahaneler arayın. Bir süre sonra bu yüzünüze oturan kalıcı bir ifade olacaktır. Bunu yapmak için sadece 11 yüz kasınızı çalıştırmanız yeterli. Bu kadar zor mu? Somurtmak için, bunun kat be kat daha fazla sayıda kasınızın yardımına ihtiyacınız var. Sizce hangisi kolay?
Çevrenizdeki insanlara karşılıksız yardımlar edin. Bu, para ile sınırlı olmamalı. Aklınızla, fiziki gücünüzle, sosyal statü gücünüzle ve daha aklınıza gelebilecek ne kadar yardım etme yöntemleri varsa bunların tamamını kullanın. Yardım edenin, yardımsız kaldığı görülmemiştir. “İyiliğin zirvesi; istemeden verilen, söylemeden yapılandır.” olduğunu söyleyen bir atasözümüz var. Ne hoş değil mi? Eğer insan olmak çaba gerektirmeseydi, yaratılmış olanların en şereflisi, en azizi, en değerlisi biz olabilir miydik? Tabi ki hayır! Yaşadığımızın bir anlamı olmazsa, yani hedeflerimize sevgiyle ve paylaşarak gitmezsek nasıl insani vasıflarımızı koruyabiliriz? Aslında bizi biz yapan, erdemli insan olmanın gereklerini yerine getirmemiz, bu dünyayı her şeyiyle anlamlı kılar diye düşünüyorum. Anlamlı olan şeylerse, insana tatlı, bir o kadarda “mutlu kalarak” yorgunluk verir.
Dilerim dostlarım; hayatını, siz doğarken ağladığınızda çevrenizdekilerin güldüğünü, ölüm döşeğindeyken veya öldükten sonra siz gülümserken, çevrenizdekilerin bir dost kaybetmenin burukluğu ile ağladığı insanlardan olursunuz.
Dilerim, dostlarınızın olduğu bir mekâna girdiğinizde herkesin sevinçle gülümsediği, ayrılırken veda anında hüzünlendiği gönüllerin tacı insanlar olursunuz.
Yine dilerim ki; hoş bir “seda” bırakanlardan olursunuz. Her şey gönlünüzce ve her şey size mutluluk, huzur kaynağı olsun. Hoşça, umutluca, sevgi dolu hayatlar hepinizin, hepimizin hakkı… Öyle değil mi?
İsmail Hakkı Kar
İnsan İlişkileri Ustası
İletişim:
E-MAİL:kesifyolculugu@gmail.com
WEB :www.edimer.net
(Bitti)
Önemli not; Bu ayın 27,28 ve 29. günleri, Ümraniye belediyesinin farklı kültür merkezlerinde, “Aile içi iletişim” formatında “Sorunları aşmak için altı pratik adım” isimli seminer serimiz olacaktır. Bu seminerler, herkesin katılımına açıktır. Ayrıntıları ilgili belediyenin web sitesinde görebilirsiniz. Vakti ve imkânı olan tüm dostları bekliyorum. Siz özel misafirimsiniz.
Kaynakça (alfabetik sıra ile):
Ateş Altında Sakin Kalabilmek – Barbara J. Braham / Hayat Yayınları
Bilginin Gücü – Dr. Zülfikar Özkan / Hayat yayınları
Bostan Gülistan – Sadi Şirazi / Çeşitli yayınevlerinden
Çocuk Eğitiminde 33 Hata – Sait Çamlıca / Meriç Yayınları
Dost Kazanma Sanatı – Dale Carnegie / Hayat yayınları
Etkili İnsanı 7 Alışkanlığı- Stephen R. Covey / Varlık Yayınları
Hayatı Güzel Ve Anlamlı Yaşamak- Hasan Basri Yazıcı / Hayat yayınları
İçimizdeki Biz – Doğan Cüceloğlu / Remzi Kitabevi
İkna ve Uzlaşma Sanatı – Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkan / Hayat yayınları
Kuvözde Çocuk Büyütmek – Gazanfer Sanlıtop / Akis Kitap
Mesnevi- Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi / Çeşitli yayınevlerinden
Muhteşem Hayatlar – Ö. Faruk Reca / Ares Kitap
Olumlu Yaşama Sanatı – Harold Sherman / Hayat Yayınları
Öğrenme Gücü – Dr. Nadir Çomak / Nesil Yayınları
Ruhsal Zekâ – Muhammed Bozdağ / Nesil Yayınları
Zaman Yönetimi ve Planlama – Celal Çelik / Buruc Yayınları
Facebookta paylaş
Twitter'da paylaş
Google+'da paylaş!
Pinterest'te paylaş!