Merhaba sevgili dostlar!
Geçen haftaki yazımıza yazılan eleştirilere ve gelen kabarık maillere bakılırsa, bu konuda oldukça fazla yazı yazma ihtiyacı var. Galiba en fazla önem vermemiz gereken ve hayli ihmal ettiğimiz bir konu bu. Hâlbuki bundan daha önemli bir gündemimiz olamaz. Geçmişimize tarih ilmiyle sahip çıkabiliriz. Ama ya geleceğimiz? Ona, sadece ve sadece çocuklarımızı iyi bir şekilde eğiterek yön verebiliriz. Bir yerde okumuştum, bir filozof diyor ki; “ Çocuklar bir milletin tamamını oluşturmazlar. Ama onlar, geleceğin tamamıdırlar.”
Medeniyet denilen şey onlar iyi yetişirse gelişir ve ileri gider. Bununda en önemli temelleri ailede atılır. Bazılarımız zannediyorlar ki, çocuklarımızı, gençlerimizi okula gönderdiğimizde onları hayata hazırlama sorumluluğumuz büyük oranda bitiyor. Oysa bir çocuğun, bir gencin yetişmesindeki okulun katkısı sadece ve sadece % 30, bilemediniz % 35 dir. Peki %65’ini ne teşkil ediyor? Öncelikle ailesi sonra yakın akraba ve çevresi.
Toplumda kendine ve insanlara zarar veren ne kadar yetişkin birey varsa, tamamının çocukluk dönemine bir göz gezdirin, iyi şeyler göremezsiniz. Bunun istisnasına ben rastlamadım. Şayet varsa, beni aydınlatın. Çocukların “karakteristik özellikleri” 3 ile 6 yaş arasında oluşur. Bu yaşlarda çocuk daha çok nerede gününü geçirir? Ailesinde ve annesinin hemen yanıbaşıda. Dolayısıyla hayata dair en önemli dersleri ailesinde ve yakın çevresinde aldığını tahmin etmek zor değil.
Seminerlerimde söz buna benzer bir konuya geldiğinde, katılımcılara “- Dünyada dert ve problem yaşamayan insan, kurum veya toplum var mı?” diye sorarım. Bu soru bazıları garipsese de, küçük bir şaşkınlıktan sonra mutlaka her yerde insan, kurum veya toplumun problemlerinin olabileceğine karar verirler. Bende onlara “ – yanılıyorsunuz; dert, sıkıntı ve problemin olmadığı yerlerde var” derim. Şaşkınlık zirve yaptıktan sonrada, yazı tahtasına İstanbul’un o meşhur bölgelerini yazmaya başlarım; Karaca Ahmet, Zincirli kuyu, Soğanlık… Bir müddet salonda kahkaha sesleri yüksek perdeden devam eder. Hakikaten de buranın sakinleri hariç, insanın olduğu her metre karede problem mutlaka vardır.
Sorunların olması çok normal bir şeydir. Anormal olan, bunun boyumuzu aşarak halledilemez derecelere varmasıdır. Bu durum aile hayatımızda da farklı değildir. Arızalanmış bir cihazı tamir etmek veya tamirciye götürmek hepimizin doğal olarak başvurduğu yöntemdir. Bunu bilmeyenimiz yoktur. Tamir ederken dikkat ederek doğru yöntemler kullanırız. Eğer yapmazsak, o eşyayı kaybedeceğimizi veya en azından verimli kullanamayacağımızı biliriz. Bilmiyorsak da acı birkaç tecrübe ile iyice kavrarız. Ama nedense bazılarımız aile yaşamındaki olumsuz gelişmelerin nasıl tamir edileceğini bilmiyoruz. Üstüne üstlük, çözüm yollarını aramak yerine sözüm ona pratik çözümler (!) buluyoruz. “Beşkardeş” veya öfke patlamaları ile ağır hakaretler.
Ailede sorunlar fark edildiğinde hemen sıcağı sıcağına (öfkeli iken bağırması çok daha tatmin edici olduğundan) halletmek birçoğumuza mantıklı geliyor. Hallettiğimizi zannediyoruz. Oysa eski yazılarımızdan hatırlarsanız, “öfkenin olduğu yerde akıl, mantık barınamaz” demiştik. Çöp yığınına tekme atmak o çöpü ortadan kaldırır mı? Bizimkisi o hesap. Çoğu kere kaş yapayım derken, göz çıkarıyoruz. “Peki, ne yapmalıyız?” diye bir soru karşımızda duruyor. İşte burada “aile toplantıları” derdimize derman olacak ya, keşke aklımıza bir gelse. Bir kere hepimiz ketbi (yazan) değil, kavli (konuşan) bir toplum olduğumuzu kabul edelim. Onu da ne kadar iyi yaptığımız tartışılır ya, neyse.. Gelelim bu toplantıların nasıl yapılacağına.
Sevgili dostlar; Her ailede zaman zaman tatsız şeyler olması olası bir durumdur. Güngörmüş, ömür geçirmiş bizler hata yapıyoruz da, hayatın baharındaki gençler neden yapmasın? Onların hata yapması bizim yapmamıza göre çok daha masum değil mi? Kızgın anımızda yapılan yanlış davranışa müdahale etmemiz, genellikle gençler tarafından kişiliklerine ve onurlarına yapılan bir saldırı olarak algılanır. Hâlbuki işler tersine gidip, kendimizce yanlış şeyler olduğuna kanaat getirdiğimizde, bunları bir kenara not alsak, yapacağımız aile toplantısında konuyu gündeme getirsek, kalıcı çözüm için ne kadar da faydalı olur. Tüm aile bireylerinin toplantıya katılması çok önemlidir. Çünkü sorun, dolaylı ya da dolaysız ailemizin tamamını ilgilendirir. Problemin tartışılması ve karara bağlanması, tüm bireylerin katılımıyla olacağı için, sonradan gerekebilecek oto kontrol ve yardım için başka bir yöntem yoktur. Fakat bazı mecburiyetler ve özel durumlar müstesna tutulabilir. Bunların ayrıntısına girmeden gizli kabahat gizli, aşikâr kabahat ise aşikâr uyarılır diyerek özetleyelim.
Toplantılar 15 dakikadan az, (çok mecbur kalırsak) 1 saatten fazla bir süre olmamalıdır. Mümkün olduğunca en acil olan birkaç konu gündeme alınmalı, fazla konuları tartışmaya çalışarak herkesin zihinlerde karmaşaya izin verilmemelidir. Genel toplantı adabında olduğu gibi toplantıyı yöneten biri bulunmalıdır. Bu ilk toplantılarda tercihen baba, daha sonraları anneler olmalıdır. Sebebine gelince; evdeki otoriteyi babalar daha iyi temsil eder. Çünkü annelere göre duygusallıkları daha azdır. Bu yaratılıştan gelen bir farklılıktır. Toplantı ciddiyetini muhafaza için tavsiye ederim. Sonraları toplantılara annelerin başkanlık etmeleri kanaatimce daha iyi netice verir. Ancak toplantı geleneği oturduktan sonra başkanlık dönüşümlü olarak ailenin tüm bireylerine yaptırılmalıdır. Burada çok yünlü fayda ve özellikle çocuklarımız için son derece önemli kazanımlar sağlanmak amaçlanmalıdır. En önemlileri, sorumluluk bilinci, empatik bakış geliştirme bilincidir. Toplantı disiplini uygulayan kısa bir süreliğine de olsa, kendisini anne ve babasının yerine koyarak onları daha iyi anlar. Bu, onun için hayatının geri kalanında unutulmaz bir tecrübe olacaktır.
Toplantıyı yöneten her kim ise, asla yorumda bulunmayıp gündem maddelerini duyuracak. Sadece sataşmalara ve gündem dışına çıkmalara müdahalede bulunmalıdır. Herkesin fikrini hür olarak dile getirmesini sağlamalıdır. İzin isteyerek söz alana fikrini ifade etmesine söz hakkı vermeli, cevap hakkı doğana uygun zamanda ona bu imkanı vermelidir., Eğer problemin kaynağı aile bireyi ise, söz alan kişi “sen” dilini değil, “ben” dilini kullanarak duygularını ifade etmelidir. Çünkü sen dili, karşı tarafça suçlama olarak algılanır. Ben dili ise sadece olay karşısında “ne hissettiğini” ifade eder. “Sen” dili yalnız bir yerde kullanılır. İlerleyen yazılarımızda bunu dile getiririz. Aslında burada da sorunları gidermek için “altı adım”ı atmak ideal olanıdır. Ama bunu yapmak için biraz deneyim olması gerekmektedir. İlerleyen yazılarımızda buna temas ederiz.
Herkes problemle ilgili değerlendirmeleri yaptıktan sonra, en son toplantıyı yöneten kişi, olayları karara bağlamalıdır. Alınan kararlar, asla hafta içinde değiştirilmemeli, aksaklıklar diğer toplantıda gündeme alınmalıdır. Burada ebeveyne çok önemli bir sorumluluk düşüyor. Toplantıdan önce hafta içinde aile bireylerine müdahale ederek klasik yöntemleri uygulamalı, otoriteyi ortaya koymadan, eğer gerekliyse sadece böyle bir sorun olduğunu dile getirip, toplantıda bunun çözüm yollarının tartışılacağını hatırlatılmalıdır. En çetrefilli sorunların bile ciddiyet, sevgi ve anlayış ile halledilebildiği unutulmamalıdır.
Başarabilecek olanlar için toplantı tutanağı, çok mükemmel bir araçtır. Olayların olduğu dönemlerde başvurulacak kaynak belge olması açısından da çok ehemmiyet kesp eder. Bu tutanak yöntemini yapması zor bulanlar için, alınan kararların çok kısa bir özeti yazılı hale getirilmeli ve toplantın sonunda okunarak herkesin bilgilenmesi amaçlanmalıdır. Eğer eve faaliyet için mini pano varsa, buraya asılabilir. Ancak bu aile harici kimsenin okuyamayacağı özel bir bölüm varsa faydalı, değilse bazı aile sırlarının açığa çıkma tehlikesi bakımından sakıncalıdır. Herkesin yapabileceği pratik yöntem, bir dosyada muhafaza etmektir. Buradan tüm aile bireyleri rahatlıkla gerek gördükçe açıp okuyabilmelidir. Bu aile toplantıları, geçmiş haftanın değerlendirilmesi ve gelecek haftanın planlanması yöntemi takip edilerek devam etmelidir. Zaman zaman ailecek albüme bakar gibi, geçmişte neler yaşandıklarını hoş bir anı olarak hatırlayacaklardır.
Sıklıkla dile getirilen endişe, çocukların aile toplantısı yönetemeyeceği üzerinde odaklanmaktadır. Oysa tarihte bir imparatorluk 11 yaşında ki bir çocuğa yönetmesi için teslim edilmemiş miydi? Zannedildiğinin aksine çocuklar, küçük yaşta bazı sorumlulukları çok başarılı bir şekilde üstlenmektedirler. Yeter ki biz nasıl yapacaklarına öncellikle kendimiz iyi bir model, sonra da gönüllü bir eğitimci olma çabasını gösterelim.
Henüz 9 yaşındayken oğluma ev faturalarını ödemeyi öğrettim, bir süre sonra da “- Haydi oğlum, şimdi beraber yaptığımız gibi bunları öde” dediğimde, eşimden çok büyük bir tepki almıştım. Ona en büyük riskin bir fatura parasına mal olacağını, bununsa hayatında çok büyük hatalar yapmaması için unutulmaz bir tecrübe olacağını söylemiştim. Şimdi oğlum liseye başladı. Kişisel evrak takiplerini kendisi yapabilir. Bazı konularda bana bilgi yardımında bile bulunabiliyor. Sizce fena mı yaptım?
Hepinize sağlık, huzur, başarı ve mutluluk dolu bir aile hayatı diliyor, bunu için çalışmaya davet ediyorum. Umut ve sevgiyle…
İsmail Hakkı Kar
İnsan İlişkileri Ustası
Facebookta paylaş
Twitter'da paylaş
Google+'da paylaş!
Pinterest'te paylaş!