—Kaç kere söyledim, hala aynı şeyi yapıyorsun çocuğum!
—Anneciğim benim de sana defalarca söylediğim şeyler var. Değişen ne oldu. Aynı şeyleri tekrarlamana ne demeli?! Hem senin söylediklerini ben kabul etmiyorum ki. Neden ısrar ediyorsun?
—Hep aynı şeyleri konuşuyoruz. Neden anlaşamıyoruz.. Allah’ım!.. ne yapacağımı bilemez oldum.
—Anne sen bana değer vermiyorsun!
—Kim ben mi?! Ben.. annen!!..
-………………………..
-………………………..
Merhaba dostlarım!
Öfke ve gücenme hissi, insanın kan dolaşımını en çabuk hızlandıran bir olaydır. “Bize bir iyiliği yok mu?” diye sorarsanız, elbette var. İnsan öfkeliyken, Erzurum soğuğunda bile üşümez. Çünkü barut gibi olursunuz. Şaka bir tarafa, sinir sistemini tahrip edip, daha da kötüsü depresyona sebep olduğunu bilmeyenimiz yok. Sizce böyle yaşamı hak eden var mı? Bence hiç kimse, ama hiç kimse hak etmiyor, etmemeli.. “İnsanlar konuşa konuşa” öz deyişinde söylendiği gibi “konuşarak” anlaşmalıyız, sorunlarımızı dile getirmeliyiz.
Kiminiz “- hocam; bazı şeyler konuşmayla da hallolmuyor.” dediğini biliyorum. Ve bence haklısınız da. Burada küçük bir ayrıntı var; eğer “nasıl söylediğimize” dikkat etmezsek, böyle düşünen dostlarımız yerden göğe kadar haklıdırlar. Sırası geldikçe tüm eğitimlerimde “ne söylediğinizden çok, nasıl söylediğiniz önemlidir” diyorum. Tartışmasız bütün meslektaşlarım da aynı şeyi ısrarla vurgular. Çünkü bunun başka alternatifi de yok. Yani “üslubumuz”, söyleyiş tarzımız, sözlerimizden çok daha önemidir. Büyük gönül adamı, çağımıza bile aynı tazelikte ışık tutan büyük insan Yunus Emre, bakın bunu ne güzel dile getirmiş;
“Söz ola, kese savaşı
Söz ola, kestire başı
Söz ola, ağulu (zehirli) aşı
Yağ ile bal ede bir söz…”
Geçenlerde bir radyo programımda bu konuyu işlerken bağlanan bir dinleyicim: “hocam ben ne desem karşımdakine batıyor. Oysa benim böyle bir niyetim yok. Nasıl yapacağımı şaşırdım kaldım!” dediğinde ona, eskilerimiz “boğazda dokuz boğum var” derler dedim. Yine atalarımızın “kırk düşün, bir konuş” sözünü hatırlattım. Tabi buna rağmen başka yardımcı davranışlara da ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız. Lisede “illa üsluuup, illa üslup” derdi edebiyatçı Osman hocam. Bunun üzerinde çok fazla dururdu. Şimdi üsluba neden bu kadar önem verdiğini daha iyi anlıyorum. Kendisini hürmet ve minnetle anıyorum.
Yukarıda bahsettik; insanlar konuşa konuşa, diğer canlılar koklaşa koklaşa anlaşır. Gelelim bunu nasıl yapacağımıza. Aramızdaki sorunları halletmek ve anlaşmak için, “altı adım” atmalıyız. İşte bu altı adımın birincisi, muhatabımızdan randevu talep etmemizdir. Ancak bunu yaparken, gergin yâda acelesi olduğu bir anda yapmamalıyız. Özellikle öfkeli insanın (o an için) mantığının seyahatte olduğunu asla unutmamak lazım. Randevu alırken de, “iki alternatifli teklif” tekniğini hatırdan çıkarmamak lazım. Örneğin; “- ….. bey / hanım yâda çocuğum; aramızdaki şu …. konusunu baş başa konuşmak için bugün (onun da müsait olduğu zamanı tahmin ederek) 12:10 veya yarın 09:45 saatlerinden hangisi sizin için uygun?” gibi. İki alternatifli randevu teklifini reddetmek, tek alternatifli teklife göre çok daha zordur. Ama bunu soğuk bir üslupla yaparsak, zaten gergin olan ilişkimizin de getirdiği negatif etkileşimden dolayı, bizi reddetmesi daha kolay olur.
Sözün sonu gelmez. Ama maalesef sütunların geliyor. Kim bilir şimdi bu yazıyı hangi sıkışık zamanınızda okuyorsunuz. İyisi mi, biz kalan kısmını 2. makalemize bırakalım. Nasılsa ben buradayım efendim. Sizleri yine buraya; yazımı okumaya davet ediyorum. Haftaya kadar kimseyle ciddi bir problem yaşamamaya dikkat edin olmaz mı? Fakat problemsiz bir hayat olmayacağını da sakın ola akıldan çıkarmayın. Önemli olan bunun dozunun yüksek olmaması.
Makalemi sizin için mutlu, huzurlu, sağlıklı ve başarılı bir hafta dileyerek noktalıyorum. Umut ve sevgiyle kalın, esenlikte yaşayın…
İsmail Hakkı Kar
İnsan İlişkileri Ustası
Facebookta paylaş
Twitter'da paylaş
Google+'da paylaş!
Pinterest'te paylaş!