Yrd.Doç.Dr.Vicdan Özdingiş Email: vicdanozdingis@hotmail.com
Çiçek sevgisi ve merakı Türk kültür tarihinde önemli bir yer tutar. Çiçekleri çok seven ve onları itina ile yetiştiren milletimizin duygularındaki zarafeti yetiştirdiği çiçeklerde görmek mümkündür. Çiçeklere karşı olan bu tutku ve sevgi bütün halkımızda rahatlıkla görülüp hissedilebilir. Hatta çiçeklere karşı olan sevgisini bütün hayatına, evine, bahçesine, manilerine, türkülerine, şarkılarına, çeşitli sanat eserlerine yansıtmış ve çocuklarına, gül,lale, sümbül, zerrin, senem vb. isimleri koymuştur.
Çiçeklerin kültür tarihinde önemli bir yer tuttuğunu daha önce belirttik. Bunların başında gül gelir. Gül çiçeklerin sultanıdır. Lale ise çiçeklerin sultanı olan gülün tahtını sallamıştır. Bu ifadeden hareket edersek, lale gülden önce gelir. Çünkü lale, Arap alfabesiyle yazılınca, lale kelimesini oluşturan harflerin Allah lafzıyla aynı olması ve her ikisinin ebced hesabıyla 66 sayısını vermesi, ona mistik bir misyon yüklemiş ve Allah'ın birliğini simgeleyen bir çiçek olarak algılanmıştır.
Miyârü'l-Ezhâr'ın yazarı Tabip Mehmet Aşki Efendiye göre, lalenin "cevâhir-i huruf'la"
yani Allah lafzındaki harflerle yazılması, onun rütbesinin yükselmesini sağlamıştır.1Der:
Mazhar-ı ism-i celâl olmasa âyâ lâle
Bulamazdı bu kadar rütbe-i vâlâ lâle
Bir başka çiçek üstadı olan Remzî Efendi de,herhalde aynı sebebe bağlı olarak,lale sevgisi ve merakının ezeli olduğunu ifade eder: 2
Laleye pîr-i sabâdan bu nefes şimdi değil
Ezelîdir bu hevâ vü heves şimdi değil
Lale, zambakgiller familyasından3 ,yaprakları uzun ve mızraksı,çiçekleri kadeh biçiminde,türlü renkte ve alacalı,soğanlı bir süs bitkisi.4
Nedim şu beytinde lale çiçeğini tarif etmektedir:
Vardur ol bâğda bir neş'e-i câvid meğer
Lâlenün tohmunı eksen tolu peymâne gelür5
Sulh ve sükun sembolü olan lalenin vatanı Türkiye'dir. Ta Selçuklulardan bu yana vatanımızın gerek tabiatta ve gerek tezyinatta bir süs çiçeğidir. Bazı kaynaklarda, aslında yurdu Orta Asya olan lalenin güzelliğini Romalılar ve Bizanslılar fark edememiş, Selçuklular ise bahçelerinde lale yetiştirmişti, denilmektedir.6 Ancak lalenin şaşkınlık veren serüveni Osmanlılarda başlamış, "tulipmania" diye adlandırılan lale hastalığı 16.yüzyılda İstanbul'da yayılıp oradan da Avrupa'ya kadar sıçramıştır. Tabi ki bunda Kanuni Sultan Süleyman'ın büyük payı vardır.
Aynı asrın büyük şairi Bâkî,"Lâle" redifli gazelinde,7 bu çiçeği çemene hükümdar yapar. İlkbaharda saltanat çadırını kuran lale, Cem'in tahtı ve İskender'in tacına benzetilir.
Ayrıca çemenin yollarını aydınlattığını, gül bahçesini ateşe verdiğini, gül gibi onun da elinde
kadeh tuttuğunu, gonca gibi altınlarını gizlemediğini, aksine çiğ tanelerinden akçelerini kadehine doldurduğunu anlatır.
Jâleden takınur tâcını gevher lâle
Şâh olupdur çemen iklîmine benzer lâle
Saltanat bârgehin kurdu yine fasl-ı bahâr
Taht-ı Cemşîd çemen tâc-ı Sikender lâle
Bûy-ı müşgîn-i bahar irdi dimâg-ı dehre
Yakalı dâmen-i kûhsârda micmer lâle
Al fânus ile geldi giceden gülzâre
Virdi sahn-ı çemenin yollarına ger lâle
Ergavânlar tutuşup hirmen-i gül yanmag içün
Gülsitan mülküne âteş kodu yer yer lâle
Dâg-ı hicrân elemin kılmaga dilden bîrûn
Sahn-ı gülşende tutar gül gibi sâgar lâle
Jâle nakdin kadehe koydu çemen bezminde
Cem' idüb saklamadı gonca gibi zer lâle
Şol kadar doğradı şemşîr-i firâkın ki gören
Dil-i hûnîni hayâl eyledi katmer lâle
Ziynet-i gülşen-i ikbâle yeter ey Bâkî
Çehre-i baht-ı şehenşâh-ı muzaffer lâle
Bâkî, bu gazelle bir bakıma lalenin zaferini ilan ediyordu; her seferden muzaffer dönen ve
Muhibbî mahlasıyla şiir de yazan -lalenin gülle rekabet ettiği gibi- adeta devrin şairleriyle rekabet
eden Kanunî Sultan Süleyman da "lale" redifli gazelinde sevgilinin yanağının rengiyle lalenin
rengini karşılaştırır ve hangisinin üstün olduğuna karar veremez. Fakat o da bir şiirle bu çiçeğe
duyduğu sevgiyi ebedileştirir.8
"Yir yirin oldı çemende yine peydâ lâle
Eline aldı gelüp bâde-i hamrâ lâle
Gûyiyâ peyk-i beyâbân olup şûrîde
Tâc-ı gülgûn giyer başına ra'na lâle
Kırmızı pûş o lebi almış ele la'l-i kadeh
Sanki hûbân--ı Firenkdür büt-i tersâ lâle
Mest olup çâk-i girîbân idü ben ta dâmen
Vâlih ü âşık u âşüfte vü rüsvâ lâle
Söz'-ı eş'âr-ı Muhibbî'ye yazup ol varaka
Sahn-ı gülşende yine eyledi inşâ lâle " 9
Muhteşem Süleyman döneminde küçük ve kısa boylu, yaprakları çok da muntazam olmayan
yabani lale türlerinden seçme ve melezleme yoluyla, çiçeği badem biçiminde, yaprakları hançer şeklinde, uçları tığ gibi ince ve sivri, İstanbul'a özgü lale çeşitleri yetiştirilmiş, bilmeden de olsa lale çılgınlığı böyle başlamıştır.
XVI.yy bizde bilhassa lalenin Avrupa'ya yayılması noktasında da önemlidir. Nitekim
Hollanda Kralı I.Ferdinand'ın büyükelçisi Ghislain de Busbecq 1560'ta memleketine dönerken
pek beğendiği rengarenk açan lale soğanlarından da götürmüş, önce Hollanda'da beğenilip çoğaltıldıktan sonra, Avrupa'ya oradan yayılmıştır.10 Bu tarihten sonra lale oranın asil çiçeği
olarak tanınmıştır.
XVIII.yy. da Felemenk'ten pek çok yeni çeşit lalelerden getirilmiş ve memleketimizde de
dillere destan olmuştur. O kadar ki bir devri bile, Lale Devri, yaşanmış ve bir çok çeşidi elde edilmiştir.
XVIII.yy.da, bizde, lale merakı bu sebeple yeniden başlamıştır. Bilhassa çiçekleri çok seven III.Ahmet zamanında damadı Nevşehirli İbrahim Paşa ile beraber laleye gösterdikleri ilgi ve Avrupa'dan, Felemenk'ten getirdikleri laleler, bizimkilerle birlikte sekiz yüz(800) çeşidi
bulmuştur.11
Görüyoruz ki, Felemenk'e bizden lale soğanı gider, o yolla Avrupa'ya yayılır,oradan tekrar bize hediye sureti ile hazırlanan ve çoğaltılan yeni nevileri getirilir. Dolayısıyla bugün lalenin yeni vatanı Hollanda'dır.12 Bizde bir merak olarak gelip geçen lale hevesi, Hollanda' da bir anane, sonra endüstri ve nihayet bir gelir kaynağı olmuş, lale kültürüne dayanan geniş ölçüde bir turizm sanayi kurulmuş, lale bayramı yapılarak milyonlarca turisti memleketlerine çekebilmişlerdir.
İşte,ben sizlere böyle bir bayramdan söz etmeyeceğim ama, lalenin edebiyata yansımasını anlatacağım.Lale, Osmanlı İmparatorluğu'nun simgesi haline gelmiş ve XVI.yy.ın başlarından XVIII.yy.ın sonuna kadar İstanbul'da kent inceliğinin en değerli simgelerinden sayılmıştır. Kaynaklar XVI.yy.da sadece İstanbul'da her biri birbirinden güzel iki bine yakın lale çeşidi yetiştirildiğini yazar. Lale,sadece yetiştirilmekle kalmamış, mimariden edebiyata, çiniden kumaşa kadar bir çok ürün lale deseniyle bezenmiş, lale bahçeleri anlamına gelen lalezarlar, saray ve konakların en itinalı ve en gözde yerleri olurken, lale için yazılan şiir ve nesirler, lalenâme denilen risalelerde toplanmıştır.
III.Ahmet devrinde büyükler ve zenginler laleye pek düşmüşler, çeşit çeşit lale yetiştirmişler, her birine ad vermişler, her laleye şairler medhiyeler yazmış, hatta tarihler düşürmüşlerdir. Daha iki asır önce Türkiye'den Hollanda'ya gönderilen, bütün tabiat güzelliğini belirten laleler, III.Ahmet zamanında yeni baştan bir devir açmıştır. Bilhassa Şair Nedim'in Türk edebiyat ve zarafet alemini sanat ve incelikleriyle de yaşatan, çeşitleri bu zamanda belki bini bulan, lalelerin her birine şairane isimler verilmiştir.13 Bu isimler:
Zîşân, Arâyış, Gülnâr, Nev-arûs, Ra'nâ, Nevres, Sîmîn-beden, Hoş-endâm, Nâzenîn, Velvele,
Tâc-ı behâr, Sûrîde-dil, Şâyeste,Yegâne,Yekdâne, Dürr-i Şehvâr, Fâhir, Hümâyûn, Âşüfte, Lâhur,
Nâz-perver, Akıyk, Âşûb-ı cihân, Lânâzeb-çerağ, Âfitâb, Meh-i nev, Peyk-i bahâr, Rûmânî,
Tâvûs-ı çemen, Ruhsâr, Tâbân, Âsaf-pesend, Yâkûti, Mühr-i Süleymân, Ayn-i hayât, Nur-ı mücessem, Şâh-bânû, Surh-ı nâhîd, Sine-güşa, Hürmüz, Dûşîze, Kadeh-i zerrîn, Câm-ı Cem, Şafak-gûn, Dâg-ı dil,...vb.
İstanbul'da lalenin yetişmesine öncülük eden Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin lalesine Nur-ı adn (Adn cenneti lalesi) adı verilirken,14 onun lalelerini kazasker ve kadılar takip etmiştir.
Gül-gûn yanakları ‘arakın gör ne hoş düşer
Cennât-ı adn lalesine lü'lü-yı ‘Aden
Şeyhî
Sokullu oğullarından olan İbrahim Hanzadeler'in Karaağaç sahilindeki bahçesinde
İstanbul'un en güzel laleleri yetiştirilirmiş. IV.Mehmet bir gece bu bahçede düzenlenen muhteşem
bir çırağan eğlencesine davet edilir. Lalelere hayran olan hünkar, bunları yetiştiren bahçıvan Mehmet
Ağa'yı huzuruna çağırtarak"dile benden ne dilersin?" deyince ihtiyar bahçıvan "padişahım, beni İbrahim Hanzadeler'in Hicaz'daki hayratına mütevelli tayin et, ömrümün son yıllarını o topraklarda geçirmek istiyorum"15 der. İbrahim Hanzâde Mehmet Bey de devrin önde gelen çiçek üstatlarından birisidir. Netâyicu'l-Ezhâr'a göre, Kırlangıç adı verilen bir çiçekle altı çeşit lale yetiştirmiştir.
Tuhfetü'l- İhvandaki kıt'alardan anlaşıldığına göre, bu lalelerden üçü Tuhfe-i mîr, Semen-sima ve
Bî-manend adlarını taşıyordu.16 Fenni Mehmet Dede'nin latif sarısına hayran olduğu Tuhfe-i mîr
için yazdığı kıt'a şöyledir:
Yokdur âlemde misl ü mânendi
Sarılarda bulunmaz ana nazîr
Beyefendide olmagın zâhir
Nâmı oldu bunun da Tuhfe-i Mîr
Bî-mânend ile semen-sîmayı ise tek kıt'ada zikretmiştir:
Evvelâ anda oldu rûy-nümâ
Bu iki lâle-i cihân-ârâ
Birinin nâmı oldı Bî-mânend
Birine dediler Semen-sîmâ
Fenni Mehmet Dede'nin yetiştirdiği ve birer kıt'a ile ebedileştirmeye çalıştığı lalelerden
bazıları şunlardır: Müsellem-i Âlem, La'l-i Bedahşî, Kavs-ı Kuzah, Hüsn-i Hasan, Mihr-i Münîr,
Rûy-ı Nigâr, Sultânî, Gülgûn, Ferahbahş, Kass-ı Nigîn, Kubbelî,Tâcidâr, Gül-i Bîhar, Siyâh-u Sefîd,
vb.
Geldi dünyaya bâg-ı cennetten
Nice meyl etmesün ana âdem
Hak budur cümlesinden a'lâdır
Nâmı dendi Müsellem-i Âlem
Gülistân-ı cihânda budur kim
Olup ol cümleden mümtâz ve yahşi
Görüp bu renkle güher-şinâsân
Dediler nâmına la'l-i Bedahşî
Böyle bir lâle-i safâ-bahşı
Şâh-ı dehrin başına taksınlar
Görmeyenler şükûfe-i Adn'i
Tâcidâr-ı Kerim'e baksınlar 17
Afitâb-ı gül-zâr; bu lale nevini III.Ahmet dönemi lale uzmanlarından Esseyyid Halil Efendi
yetiştirmiş ve Nebatü'l-levn ismini vermiştir. Seyyid Hanif Efendi ise bir beyit söyleyerek bu
yeni lalenin anasının "Lale-i Rûhân olduğunu göbek adının "Nebâtü'l-levn", asıl adının da
"Afitâb-ı Gülzar" olması gerektiğini söylemiştir.18
Lâle-i rûhân hüsne virdi safâ-yı envâr
Dogdı bugün çemende bir Âfitâb-ı gül-zâr
Ferah-engîz adlı lale, Câbi Ömer adlı birisine ait olup değerinin ise 30 kuruş olduğu
zikredilmiştir.19
Hemişe bu müferrih lâle-i dil-cûy u hüsn-amîz
Ola ismi gibi bezm-i şehenşâha Ferâh-engîz
Nedim
Ancak, laleler sadece güzelliklerle anılmıyor, kimi zaman polisiye olaylarla da gündeme geliyordu.
Örneğin, lale çılgınlığının en üst boyutlara ulaştığı Lale Devrinde, İstanbul'a sefir olarak atanan bir yabancı beraberinde bir lale soğanı getirmiş, çok beğenilince de Tâc-ı Kayser adı verilmiş ve Çırağan Sarayı'nın bahçesine ekilmiş, muhteşem lalenin ünü tez zamanda yayılınca da meraklıları özel izin alarak bu güzeller güzelini görebilmiş,ne var ki sakınan göze çöp batar misali, Tâc-ı Kayser çalınmış, Damat İbrahim Paşa işin peşini bırakmamış, İlk şüpheliler lale tutkunları olduğu için, bahçeleri gizlice aranmış, fakat tüm çabalar boşa çıkmıştır.
Bu dönemde sırf lale türü ve çeşitleriyle uğraşmayı, yeni çeşitlerin elde edilmesi ve mevcut olanların adlandırılması için Encümeni Daniş adında araştırma meclisi kurulmuş ve nadide neviler yüksek fiyatlarla alınıp satılmaya başlanmıştır.20
Lâle-i Nu'mân, dağ eteklerini ve kırları kan kırmızısı rengiyle süsleyen gelinciktir. Tarlalarda,
kırlarda, bayırlarda biter.Arapça'da adı şakayık-ı numânîdir.
Münzir oğlu Nu'mân bir gezinti esnasında bir çok gelincik çiçeği görmüş, manzara hoşuna
gitmiş, korunmasını emrederek koparılmasını men etmiş ,bu cihetle kendisine nisbet olunmuştur. Divan şiirinde de adından "lale" olarak söz edilir.21
Hasret-i verd-i ruhunla lâle-i nu'mânı gör
Baş açık abdal olup beline yaprak bağlanır
Harîmî(Şehzade Korkut)
Hûblar kim dolanır dâmen-i sahrâ'larda
Jâleler kim dökülür lâle-i nu'mân üzre
Bâkî
Dâg-ı gamdan rûyı hûn-âlûdedür cismüm gibi
Âşık olmuşdur meger kim lâle-i Nu'mân ana
Hayâlî Bey
Lalenin mavi, açık sarı, sarı, siyah, mor, beyaz, gök mavisi, turuncu ve lacivert gibi çok çeşitli renkleri olmasına rağmen en çok kırmızı rengi anılarak, sevgilinin yanağı, aşığın göz yaşı, mey vb. ile ilgi kurulmuştur.
Kadı Burhaneddin, lalenin, sevgilinin kırmızı dudağından dolayı al kana boyandığını, yani kırmızı rengi aldığını söyler:
Nergis cigeri dâg urur gözi alından
Al kane boyandı lebi aliyile lâle
Şeyhülislam Yahyâ ise, lalenin kırmızı rengini kasdederek, diğer çiçekler, devranın içki kadehini
lale ve güle verdiği için, onlarla aynı renkte olamayacaklarını ifade eder:
Gayr-ı ezhâr gül ü lâleye hem-renk olamaz
Sâgar-ı ‘işreti çün onlara sunmuş devrân
Şeyhüleslam Es'ad Efendi ise beyaz laleden bahseder:
Leb reng-i ergavân u gelû lâle-i sefîd
Sîne semen benefşe hat-ı ‘anberîn ola
Şeyhülislam Es'ad
Çeşitli renkte ve cinste üretilen laleler, her sene bahçeleri göz alıcı renkleriyle süsler. İzzet Ali Paşa, lalenin sürekli yeni renklerinin elde edildiğini aşağıdaki beyitinde ifade eder:
Gülşene her sene bin dürlü libâs ile gelür
&
Facebookta paylaş
Twitter'da paylaş
Google+'da paylaş!
Pinterest'te paylaş!